TÜRKİYE’DE BİR MEYDANIN UZUN YAŞANMIŞ KISA YAZILMIŞ HİKÂYESİ* 

Halil İbrahim Düzenli

*Bu metin daha önce Hendese Dergisinin Mayıs 2020 sayısında yayınlanmıştır. http://www.hendesedergisi.com/#hendese9/1

“Beyazıt Meydanı, formel bir meydan oluşturmak iradesinin sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Burada yapılar ve yaşanan hayat arasında canlı bir alışverişin olduğu görülür. Trafik bu alışverişi yok edene kadar, Beyazıt Meydanı yaşamaya devam etmiştir. Onu yeniden yaşatmak, bu alışverişi yani yürüyen, konuşan adamla tarihî anıtlar arasındaki ilişkiyi yeniden kurmaya bağlıdır.”

Turgut Cansever, 1961

 

Turgut Cansever, Mimarisi ve İstanbul Projeleri

Turgut Cansever 1920 yılında doğmuş, 2009 yılında vefat etmiş, mimari söylemi ve inşa ettiği yapılarıyla Türkiye’nin mimarlık gündemine önemli katkılar yapmış bir düşünce adamı ve mimar. Yaklaşık 60 yıllık meslek pratiğinde inşa etme fırsatı bulduğu yapılar 20’yi bulmasa da her inşa ettiği yapı; düşünsel ve maddi boyutlarıyla yeni bir gündem oluşturmuştur. Erken dönem yapılarından olan Adana Kadirli Karatepe Açık Hava Müzesi (1957-61), İstanbul Büyükada Anadolu Kulübü oteli planimetrileri, tektonik unsurları bakımından önemli bir söz söylemekte, Ankara Türk Tarih Kurumu ile bu söz hem derinleşmekte hem de şehrin içine girmektedir.

Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi Saçakları, Turgut Cansever Mimarlık Ofisi

Çiftehavuzlar Apartmanları; bina maliyetleri, prekast elemanların kullanımı, malzeme tercihleri bakımından Türkiye’de özgün ve öncü bir deneme iken, Bodrum Ahmet Ertegün Evi ve yine Bodrum’daki Demir Evleri mekânın, yerin ve de maddenin potansiyellerini açığa çıkarma uğraşısının; eski-yeninin, dün-bugün-yarının bir araya getirilme arayışlarının seçkin örneklerindendir. İstanbul Burgazada Ayşin-Rafet Ataç Evi (1983-86)’nde aynı arayışların sıfırdan tasarlanan ve inşa edilen bir tekil evdeki tezahürlerini görmek mümkündür.

Ayşin-Rafet Ataç Evi, Burgazada

Turgut Cansever İstanbul’un farklı muhitlerinde Sadullah Paşa Yalısı’ndan (Çengelköy, 1949) başlayarak yedi tekil ev restorasyonuna imza attı. Bunlar; Çürüksulu Yalısı ya da Muharrem Nuri Birgi Evi Restorasyonu (Salacak, 1968-71), Tollu Evi Restorasyonu (Süleymaniye, 1988, F. Cansever ile), Caner-Zerrin Şaka Evi Restorasyonu (Rumelihisarı, 1988, F. Cansever ile), Güner-Haydar Akın Evi Restorasyonu (Vaniköy, 1989-91, E. Öğün ile), Hadi Bey Yalısı Restitüsyonu ve Restorasyonu (Kandilli, 1994-99, E. Öğün ile), Recep Sefer Evi Restorasyonu (Kadırga, 2004, E. Öğün ile)’dur. Cansever için restorasyon sadece maddi ve teknik bir mesele değildi. O bütün bu yapılarda, “restorasyon” ile “yeni” eser arasında, yaklaşım bakımından fark gözetmedi. Her iki durumda da eser, geçmiş-bugün-gelecek arasındaki salınımla, süreç bilgisiyle idrak ve inşa edilir.

İlk mimari uygulama işi olan Sadullah Paşa Yalısı restorasyonu için şöyle diyordu: “İnsanın bütün dünyaya açık olma hakkına ait asli İslâmî inancına tekabül eden Türk ev planı şemasının en gelişmiş biçimini tekrar vücuda getirmiş olduk. Sadullah Paşa Yalısı tarihte oluşturulmuş bir çözümün, gerçek büyük güzelliğini bana hissetme imkânı verdi”. Bundan 21 yıl sonra gerçekleştirdiği ve Ağahan Mimarlık Ödülü aldığı Bodrum’daki Ahmet Ertegün Evi restorasyonunda ise (1971-73) mimarlıkta maddenin, yüzeyin tezyini karakteri üzerine düşünmek birinci meselesiydi. Bir restorasyondan öte mekânın ve maddenin yeniden kuruluşu, bahçeyle bütünleşen iç mekânlar ve dış yüzeydeki beyaza boyalı kabarık derz tercihi Bodrum koyunda bir tül etkisi oluşturan tezyin ögesiydi.

Meydan Eskizi, Turgut Cansever Mimarlık Ofisi

Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi (1958-61)’nin Önemi

Beyazıt Meydanı’nı anlatacak bir yazıda bütün bunlardan neden bahsettim? Farklı projeler üzerinden temas ettiğim yaklaşımlarını içerisinde barındıran bir proje olarak, Turgut Cansever’in Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi (1958-61) onun en önemli projesidir. Özellikle dört açıdan kıymetlidir. Birincisi; Cansever’in bir fikir ve oluş olarak “mekâna” yüklediği anlamı ve bu yöndeki çözümlemelerini en iyi yansıtan projesidir. İkincisi; Mimarinin geçmiş-bugün-gelecek sürekliliğini araştıran Türkiye’deki ilk ve neredeyse tek “meydan” projesidir. Üçüncüsü ise Türkiye’de düşünce-tasarım-uygulama ile söylem-eleştiri-engelleme-karşı tavır alışlar gibi durumların okunabileceği nadir, ibretlik ve münbit “mekân öykülerinden” biri olmasıdır. Dördüncü ve son olarak ise bu proje; mekânın ve tarihin madde ile anlamlı bir ilişkiye sokulduğu “İstanbul’un kalbinde” yer alan bir “tasarım”dır.

Cansever Beyazıt Meydanı ile ilgili birçok yazı ve rapor kaleme almış, konuşmalar yapmıştır.[1] 1991’de, 71 yaşında iken yaptığı bir söyleşide efradını cami ağyarını mâni bir biçimde konuşan kuramcı da; 1961’de, 41 yaşında iken belediyedeki bir tetkik toplantısında konuşan mimar da aynı kişidir. Bu 40 yıllık zaman diliminde Cansever’in Beyazıt Meydanı söylemi de eylemi de değişmemiştir. Yani onun söylemi ile eylemi arasındaki tutarlılığı zamansal olarak da görebilmek mümkündür.

Meydan Maketi, Turgut Cansever Mimarlık Ofisi

1961 yılındaki “Beyazıt Meydanı Projelerini Tetkik Toplantısı Zabtı”nda meydanı şöyle tanımlıyordu: “Beyazıt Meydanı’nın hakiki hüviyeti fetihten sonra bugünkü Üniversitenin bulunduğu yerde Fatih’in ilk sarayını ve saray surunu inşa etmesi ve II. Beyazıt devrinde cami, medrese ve hamamdan müteşekkil külliyenin inşası ile vücut bulmuştur. Bu şehir parçası, Bizans kültür çağı içinde Boğa (Taurus) Forumu ismi altında şehrin çok mühim bir buluşma yeri idi. Fatih’in Eski Sarayı inşa ettirmesiyle ve Beyazıt külliyesinin ilavesiyle ortaya çıkan meydan, bütün tarih boyunca mühim bir kültür hareketi merkezi hüviyetine sahip olmuştur (…) Sanat eserleriyle çevrili meydanın tarih ve kültür kıymetlerine yabancı kalan ve bir Versailles taklidi aks yaratmak hevesiyle inşa edilen Bâb-ı Seraskerî tesislerinin, meydanı bugüne kadar içinden çıkılamayan tezatlara düşürdüğü görülmektedir. Bu tezat cami, medrese, imâret istikametleriyle Bâb-ı Seraskerî aksının çatışmasından doğmaktadır. Projemizde bu ikiliği bertaraf etmek ve böylece sanat ve kültürün insanca yaşandığı bir çevre tasarlamak ana gâye olmaktadır.”[2] İlgili değerlendirme heyetinin karşısında projeyi bu şekilde açıklayan Cansever, o yıllarda “Versailles taklidi aks yaratma” olarak ifade ettiği, mekâna yansıyan bu dünya görüşü farkını 90’lı yıllarda daha fazla açıklar ve bir bütüncül söyleme dönüştürür.

Bu minvalde, Cansever’in mekâna yüklediği anlam ise şu cümlelerinde saklıdır: “Esasında İslâm inancında mekân ve zaman kategorileri -Allah haricinde- her şeyi taşıyan, birbirine bağlı iki temel kategori. Dolayısıyla hareket de çok önemli bir faktör. Hareket esnasında varlığın fark edilmesi esas. Varlığın, Rönesans’ta olduğu gibi bir noktadan bakıp o noktadan görülen yüzü ile tamamen anlaşılacağı hususundaki kanaate tam karşıt bir kanaat. Var olan her şeyin hareket eden göz tarafından bütün veçheleriyle görülerek idrak edilebileceği inancı var.” [3]

Temel düşünce ve açıklama biçimini Beyazıt Meydanı üzerinden şöyle açıklar: “Bir İslâm mekânında ilgilenilecek konu, … o mekânın biçimi değil, o sonsuz mekân içindeki mimari unsurların çeşitli özellikleri, mesafe ve yönleri, bunların içinde ve dışında insanın kendisini nasıl algıladığı, nasıl hareket ettiğidir… İslâm dünyasında bir “yer”, ancak tarihî bütünlük içinde ve fizikî çevrenin bütünüyle beraber vardır. ‘Yer’ belirleyen, yerin çevresinde ve içinde, insan tarafından vücuda getirilmiş yapılar, Rönesans dönemi yapılarında olduğu gibi tek cepheleriyle değil, tüm cepheleriyle, yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı ve içlerinden görülerek anlaşılabilir.

Beyazıt Meydanı, fiziki mekân düzeyinde çevresi ve içindeki yapılarla var olmaktadır. Fiziki açıdan bir inceleme yapmak çevredeki yapıların içinde ve dışında hareket eden insandan yola çıkarak mümkün olabilir. Yürüyen insanın yaşamı yürüme eylemi boyunca karşılaştığı olaylar dizisinin bir bütünlüğüdür. Bu bütünlük içinde durduğu noktalar ayrı önem taşır. Meydana varan insanın cami ve diğer yapısal unsurları, bir süre önce yaşadığı anların zemini üzerinde idrak edeceğini düşünerek, incelememizi buna göre yapmamız gerekir.” [4]

Cansever’in temas ettiği “hareket”, “yürüme eylemi”, “insan yaşamının sürekliliği ve akışı”, “mekân idraki”, bu vasıtayla “varlığı idrak etme” yönündeki üst düzey vurguları Beyazıt Meydanı’nda vücut bulmuş gibidir.

Meydan Maketi, Turgut Cansever Mimarlık Ofisi

Görülen ve Görülmeyenler Üzerinden Bir Anlama Denemesi

Turgut Cansever Beyazıt Meydanı tasarımını bu yazının devamında okuyabileceğiniz gibi kendi ağzından tane tane ve açık açık anlatıyor. Türkiye’nin son yüzyıldaki hakkı teslim edilmemiş, uygulama önerileri eksik bırakılmış ve bir “fikir” olarak tam anlaşılamamış en önemli projelerinden olan Beyazıt Meydanı’ndan öğrenilecek çok şey var. “Esas değerler nelerdir?” diye soruyor ve öncelikli olarak “büyük mimari anıtlar”ı, sonrasında ise “geçmişte, bu büyük mimari anıtların karşısındaki saray duvarı”nı işaret ediyor. Bu duvarın izinin bir veri olarak kabul edilip “bu abideler arasındaki alanı, Beyazıt Meydanı alanı hâline getirmek esastır” diye devam ediyor. Deyim yerindeyse, Beyazıt Meydanı projesi çeşitli dönemlerde yapılan yapıların çelişkilerini tashih ve alandaki her tür yapıyla birlikte meydanın ana unsurlarına bir iade-i itibar çabasıdır.

Model of the Square, Turgut Cansever Mimarlık Ofisi

1845’den 2019’a 174 yıllık bir zaman diliminde, Beyazıt Meydanı’nın geçirdiği dönüşümler; çeşitli dönem haritaları, hava fotoğrafları, pek çok farklı yerden çekilmiş fotoğraflar, videolar gibi görseller aracılığıyla adım adım takip edilebilmektedir (Bu dönüşüm Turgut Cansever’in kurucusu olduğu Ev ve Şehir Vakfı’na ait bir yayın olarak web ortamında, -evvesehirvakfi2019. tumblr.com- internet adresinden incelenebilir. Ayrıca Hendese Dergisi’nin bu sayısında da görülebilir).

Meydanın gelişim ve dönüşüm sürecine kısa başlıklar hâlinde değinilecek olursa şunlar söylenebilir. 1845 tarihli bir haritada Topkapı Sarayı inşa edilmeden önceki İstanbul’un Fatih dönemi ilk sarayı olan Eski Saray duvarlarının izleri görülebilmektedir. 1847’ye ait bir başka harita alanın cami ve Eski Saray duvarıyla olan mekânsal ilişkilerini daha açık bir biçimde göstermektedir. 1850’lerdeki gravürler ise alanı Beyazıt Cami ile birlikte resmetmekte, cami karşısındaki kapı tasvir edilmektedir.

1860’larda yeni inşa edilen Harbiye Nezareti Kapısı (Bugünkü İstanbul Üniversitesi giriş kapısı) ile 1865’te yavaş yavaş beliren, daha sonra yolun her iki tarafına yapılan ağaçlandırmalarla iyiden iyiye belirginleşen Harbiye Nezareti yolu alana en önemli müdahaledir. Alanın cami ve medrese gibi anıtlar merkezli odağı keskin bir dönüşüme uğratılmış, 1845 ve 1847 yıllarında görülenin tersine, cami-medrese-nezaret kapsayıcılığındaki meydan tek odağa indirgenmiştir.

1926 yılında bu tekleştirilmiş odağın merkezi aksına oval bir havuz yapılmış, söz konusu bu tek odak güçlendirilmiş, diğer taraftan havuzun etrafı bir trafik kavşağına dönüştürülmüştür. O yıllar ve sonrası İstanbul’da tramvay ve lastik tekerlekli kara taşıtlarının çoğalmaya başladığı zamanlardı. Havuzun başlangıçta Nezaret Kapısı merkezli kurgulanan yeni odağı güçlendiren konumu, zamanla trafik kavşağı olarak yeni bir döneme kaçınılmaz olarak yataklık etmişti.

1958 yılına gelindiğinde, Sedat Hakkı Eldem’in meydan için çizdiği proje uygulanırken oval havuz ortadan kaldırılmış, meydan tamamen karayolu ulaşımı için yeniden düzenlenmişti. Havuz, yerini döner kavşağa bırakmıştı. O yıllarda çekilen bazı Türk filmlerinde ortasında trafik polisinin durduğu ve insan kalabalıkları ile taşıtların bir keşmekeş içinde hareket ettiği sahneler görmek mümkündür. Meydan; karayolu çözümü için adeta heba olmuş durumda iken 1959 yılında ilgili bakanlık ve belediye tarafından meydanla ilgili dört proje gündemdeydi. Bu projeler Münih Şehri’nin başmimarı Prof. Hans Högg, İtalyan Milli Şehircilik Enstitüsü Başkanı Prof. Luigi Piccinato, Prof. Sedat Hakkı Eldem ve Turgut Cansever’in önerileriydi. Bir tür davetli yarışma olarak da görülebilecek, yaklaşık 40 kişilik bir akademisyen, mimar, uzman ve bürokratlardan oluşan heyetin önünde yapılan açık sunum ve tartışmalarla, Nisan 1960’da Cansever’in önerisi ittifakla kabul edildi.

Turgut Cansever’in Beyazıt Meydanı’nın nasıl hayat bulacağına dair eskizlerinden

Turgut Cansever’in projesinin birincil ve en önemli kararı; meydanın taşıt trafiğinden arındırılması ve mutlak yayalaştırılmasıdır. Bu karar, henüz motorlu taşıt ve ona uygun yollarla yeni yeni tanışan bir ülke için çok erken bir tavırdır. Hatta Türkiye’deki yayalaştırma kararları ve çalışmalarının öncülerindendir. Vefa Bakırcılar Çarşısı ulaşım bağlantısı için taşıt yolunun alt geçit olarak düzenlenmesi yukarıda bahsedilen “mutlak yayalaştırma” için gerekli bir karar olarak göze çarpmaktadır.

Ana meydan kotunun Beyazıt Cami ve Beyazıt Medresesi’nin giriş kapılarının kotuna göre belirlenmesi ve tasarımın bütünüyle kıble aksını/yönünü esas alarak oluşturulması diğer önemli kararlardır. Harbiye Nezareti Kapısı’nın kıble aksına göre 45 derece dönük konumu önünde oluşturulan, cami aksına paralel set ile tashih edilmiştir. Cansever Tanzimat’tan sonra İstanbul’un dönüştürülmesini anlatırken Beyazıt Meydanı’ndaki yön meselesine dikkat çekmekte, yukarıda yazılanları ise şöyle özetlemektedir: “Beyazıt Meydanı’nda cereyan Harbiye Nezareti aksı, kıble aksına 45 derece dönük olarak meydana getirilmesidir. 19. asır başlarından 1870’lere, 80’lere kadar tamamen bir sivil toplum yaşama alanı olan, uçlarından her tarafa açık, içerisinde Beyazıt Cami’nin, Eski Saray surunun, çevresinde evlerin ve büyük ağaçların tektonikler olarak bezediği Beyazıt Meydanı yerine, Harbiye Nezareti aksından çıkıldığı zaman iki tarafına ağaçlar dikilmiş iptidaî yol, bulvar imajıyla meydanın tahrip edilmesi, Reşid Paşa türbesinin kıble istikametine 45 derece dönük olarak konulması vs. İstanbul’u meydana getiren büyük erdemi külliyen reddetme iradesinin ifadesi olarak ortaya çıkıyor.”[5]

İstanbul Üniversitesi giriş kapısı (eski Harbiye Nezareti Kapısı) önündeki seti ya da meydan, cami, Ordu Caddesi doğrultusundaki deniz manzarası gibi çok yönlü perspektifler sunan bir seyir alanı üzerinde önemle durmak gereklidir. Bu alanı “sonsuzluğa bakan düzlem” olarak düzenleme fikri ve uygulaması meydan tasarımındaki “olağan ve derinlikli” kurgulardan biridir. Oluşturulan bu düzlemin ağaçlarla donatılarak bir “yeşil set” hâline getirilmesi kararı ise ayrıca önem taşımaktadır. Hem meydanın ağaç varlığını çoğaltma hem de üniversite bahçesindeki tabiatın, ağaçların meydana taşma fikri bugünkü başka “meydan” düzenlemeleriyle kıyaslandığında epeyce fazla şey söylemektedir. Meydan ağaçtan arındırılmış salt bir sert zemin düzenlemesi olmaktan çıkıp, tabiatın daha fazla içeriye alındığı bir niteliği haiz hale getirilmiştir.

Bu düzlemden meydana doğru akan altıgen, tuğla-taş malzemeyle oluşturulmuş merdivenler bu sonsuz düzlemdeki manzaraya nazar etmiş insanları sakince meydan ana kotuna indirmektedir. Bu planimetrisi altıgen olan merdivenlerin en önemli özelliği tıpkı “sonsuz düzlemde” olduğu gibi “birçok yöne doğru hareket imkânı” sunuyor olmasıdır.

Ana meydan kotuna çıkmak için Ordu Caddesi kotunda bir alt meydan oluşturulması ve bu kottan geniş bir rampa ile adım adım, çevreyi fark ede ede meydana yükselme fikri tasarımın diğer kararlarından. Geniş rampa ile alt meydandan ana meydana yükselmek kanaatimce projenin kilit noktasıdır. Bu geniş rampayla ilgili Cansever’in çizimleri ve çektiği fotoğraflar adım adım yüce bir değer olan camiye ulaşmanın ve bu harekette rampanın genişliğinden kaynaklanan, iradi olarak insanın kendi çıkış güzergâhını belirleyebilmesi, onun iki kot arasındaki bağlantıyı ustaca kurma girişiminin daha da ötesinde bir tavır. Bir taraftan rampa çıkarken etrafının “abideleri saran setlerin düzenlenmesi” hem kot farklılıklarını adım adım tanzim emekte hem de ana abidelerle nispet ilişkileri kurmakta. Setlerin ağaçlandırılması, bahçelerin, küçük yapı birimlerinin oluşturulması kullanıcılara tercih çeşitliliği sunmakta. Ağaçların meydanı sarma ve gölgelik alanlar oluşturma fikri üniversite önü düzlemi gibi tabiat-meydan bütünlüğünü tekrar gündeme getirmekte.

Burada bir parantez açarak, bu noktaya kadar anlatılanların akla düşürdüğü şeyi şöyle özetlemek mümkün görünüyor. Cansever; bir “düzlem” tasarlarken de, “merdiven” tasarlarken de, “rampa”, “setler” gibi unsurları ele alırken de meseleye sadece maddi unsurlar yönünden bakmaz. Maddi olanın hakkını vermekle birlikte her eleman/unsurun mutlaka tek başına mekâna anlam katan hususiyetleri olduğunu bize sürekli hatırlatır. Mekânın esnekliği, insanın iradesiyle yönlenmesi, hareket gibi üst kavramlar her unsuru var eden ortaklıklar olarak gözükmektedir.

Cansever meydanın nasıl hayat bulacağına dair çeşitli eskizler yapmıştı. 1960’lardan vefat tarihi olan 2009’a kadar Beyazıt Meydanı’nda sürekli gözlemler yapan Cansever, insanların meydanı kullanma biçimlerini gördükçe heyecanlanıyor ve onların hayatına değen bir projeyi yapabilmiş olmaktan mesud oluyordu.

Tüm bu kararları ve bu kararlardan neşet edecek güzellikleri İstanbul’a “yeniden sunma” imkânı apaçık olan Turgut Cansever’e ait Beyazıt Meydanı projesinin tasarım öyküsü kısaca böyle özetlenebilir.

İstanbulluların yaklaşık 60 yıl boyunca hafızalarında yer eden, İstanbul Üniversitesi kapısı giriş kotunu ana meydana bağlayan Cansever merdivenleri

Meydan projesine bugünden yapılan bazı itirazlar üzerine

Meydanın tasarımı ve 1960-2019 yılları arasında yaşanan süreci hakkında Cansever projesinin “ne”liği ve bugün nelerin uygulanacağı konusunda kamuoyunun yeterince bilgi sahibi olmadığı söylenebilir. Yukarıdaki özetten sonra, bazı görüşlerimi özetlemek isterim. Cansever projesinin temel kararlarını mutlaka korumak gereklidir. Bu yönde yapılan girişimlere mimarlık kamuoyundan da bazı itirazlar gelebilmektedir. Söz gelimi, projenin eskidiğini, güncellenmesi gerektiğini, yarışma projesi açılmasının iyi olacağını söyleyen mimarlara denk gelmek mümkün. Öncelikle Cansever projesinin restitüsyonunun yapılması yani projenin ilk hâlinin ve uygulanmış kısımlarının ortaya konulması, restitüsyon uyarınca restorasyon projesi hazırlanması, bugün daha çok gerekli hale gelen bir takım küçük değişiklikler üzerinde çalışılması bu tür bir proje söz konusu olduğunda işleyecek olan süreçtir (ki bütün bunlar ileride değinileceği üzere bu süreçte hazırlanmıştır). Cansever’in Beyazıt Meydanı projesinin restitüsyonuna ve restorasyonuna itiraz eden kişilere, mimarlara DOCOMOMO (DOcumentation and COnservation of Buildings, Sites and Neighborhoods of the MOdern MOvement) kurumunu ve inisiyatifini hatırlatmak gerekir. Yani “modern mimari mirasın” korunmasına emek veren bir girişim. Mimarlık camiasının çoğunluğunun da destek verdiği bir oluşum. Dolayısıyla Cansever’in Beyazıt projesine itiraz geliştirenlerin mutlaka haberdar oldukları bir yaklaşım. Yakın zamanda yıkılması gündeme gelen Behruz Çinici tasarımı TBMM Cami’nin, hâlihazırda yıkılan Hayati Tabanlıoğlu tasarımı Atatürk Kültür Merkezi’nin savunmasında onların “modern mimari miras” olduğu ve korunması gerektiği argümanını çokça duyduk, okuduk. Öyledirler de. Fakat konu Cansever’in Beyazıt Meydanı projesine geldiğinde mimarların bir kısmı aynı kararlı tavırda görünmemektedir. Bu, üzerinde daha fazla düşünülmesi gereken bir çelişkili tavırdır. Acaba Cansever projesi diğer projelere göre daha mı az kıymetlidir? Ya da örneği Türkiye’de neredeyse olmayan bu biricik meydan projesi miras olabilme eşiğini atlayamamış mıdır? Miras mimarların gözünde “bina” mıdır yalnızca? Bir meydan tasarımının da korunması gerektiği bilinci henüz oluşmamış mıdır?

Cansever projesinde yapılacak “değişiklik önerilerine” değinecek olursak; projenin esasında ciddi değişikliklere ihtiyacı yoktur. Yaya hareketleri, yönlenmeler, kotlar, teraslar, zemin kaplamaları ve ek küçük kentsel birimler gibi projenin özeti sayılabilecek konular Cansever tarafından ciddiyetle araştırılmış, defalarca çizilmiş ve yaklaşık 50 sene boyunca test edilmiş kararlardır. Engelli bireyler için meydan kullanımını daha fazla kolaylaştırıcı çözümler, meydanın bugünkü kullanım durumunun getirdiği küçük ekler (asansör, merdiven, rampa vs) projeye adapte edilebilir.

Cansever’in projesinin “uygulanmamış oluşu” yaygın kanaatine de bir açıklık getirmek gerekir. Projenin ana kararları ve yönlenmelerin tamamı, ana meydan kotları, üniversite önü kotu, ana set ve merdivenleri, rampa, medrese önü terası, ana meydan-Ordu Caddesi arası setleri, Ordu caddesi tarafındaki alt meydan, alt meydan ile ana meydanı bağlayan geniş rampa tüm detayları ile uygulanmıştır. Kaplamalarının önemli bir kısmı (ana meydanda önerilen tuğla kaplama hariç) uygulanmıştır. Ana meydan kaplama düzeni bozularak iri granit taş ile değiştirilmiştir. Özetle, cami ve medresenin giriş kapıları, kotları esas alınarak ana meydanın kurgulanması, yaya hareketlerine eşsiz zenginlik sağlayan rampa, üniversite merdivenleri sapasağlam 60 yıl yerinde durmuş ve kent hafızasının önemli bir parçası olarak varlıklarını 2010’lu yıllara kadar taşımışlardır. Sadece Ordu Caddesi tarafında kalan ve diğer küçük ek birimler uygulanmamış fakat, üzerlerine yükselecekleri setler inşa edilmiş ve hâlihazırda bu yapılardan murad edilen etki, dikilen ağaçların büyümesinin de katkısıyla büyük oranda sağlanmıştır.

Meydan projesinin “güncelliğini” sorgularken daha fazla düşünmek gereklidir. Nitelikli ve Türkiye tarihinde biricik olan bir iş neden güncellenmek istenir? Mesela modern mirasa örnek olarak Yunanlı mimar Dimitris Pikionis’in Atina’daki zemin kaplamalarını güncellemek önerilebilir mi? Yoksa onun bir değer olarak korunmasının kentlerin giderek kaybedilen hafızasını diri tutmaya, yani bir bakıma “zamanın korumacı ruhuna” daha uygun düştüğünü mü söylemeliyiz? Kanaatimce ikincisi.

Beyazıt Camii’ne adım adım yaklaşırken onun nasıl algılanacağına dair eskiz

Son Durum

Beyazıt Meydanı’nın yıllara sâri tartışmaları 2000’li yıllarda da devam etmektedir. 2010’lu yıllara gelindiğinde meydanla ilgili çizilen yeni bir proje ile tartışmalar alevlenmiştir. 2012 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından Cansever projesinin niteliklerini kavrayamayan bir bakışla yeni bir proje yaptırılmış, proje ilgili koruma kurulları tarafından da onaylanmıştır. Projeyi yaptıran belediyenin ilgili birimleri her ne kadar “Cansever’in ilkelerini gözettik” mealinde açıklamalar yapmış olsalar da, bu açıklamalar kamuoyundan gelen eleştirileri yatıştırmak amacıyla yapılmış görünmektedir. Bir süre uygulamaya geçilmeden bekletilen projenin yürürlükte olduğu 2017 yılında meydanda başlayan inşaat faaliyetiyle anlaşılmıştır. Kamuoyu ve merkezi siyasi iradenin itirazları sonucu inşaat faaliyeti yine İBB tarafından durdurulmuş, projenin Cansever projesi uyarınca yeniden ele alınması kararlaştırılmıştır. İstenen birkaç küçük revizyon ile proje bilabedel tamamlanmış ve İBB’ye sunulmuştur. Mayıs 2020 itibarıyla proje ilgili koruma kurullarına sunulma aşamasındadır. Beyazıt Meydanı ise üzerine tonlarca beton dökülmüş vaziyette beklemektedir. Umulur ki, 2020’de daha fazla tahribat olmaz ve Cansever projesi esas olur.

Cumhuriyet tarihinde mimarideki “ustalığı” konusunda tereddüt olmayan bir tasarımcının, Turgut Cansever’in işinin korunması olağan/olması gereken bir durum olarak görülmelidir. Ve bazen bu projenin uygulanmış noktalarından çekilmiş fotoğraflar şehrin hafıza mekânları olarak her şeyi daha kolay anlatabilmektedir. Mekânı, tarihi, insanı, hareketi ve de akışı…

[1] “Beyazıt Meydanı Projelerini Tetkik Toplantısı Zaptı” (7 Mart 1961 tarihli Belediye Sarayı’ndaki toplantı), İstanbul’u Anlamak, 2. Baskı, Timaş Yay., İstanbul, 2008; “Hürriyet (Beyazıt) Meydanı Projesi Üzerinde Yapılan Tartışmalar Dolayısıyla” (kaleme alınma tarihi: 1961), İstanbul’u Anlamak, 2. Baskı, Timaş Yay., İstanbul, 2008; “Bir Cennetin Yokoluş Hikâyesi”, Mimarlık ve Şehir, sy.2, 1961; “Beyazıt Meydanı Yayalaştırma ve Düzenleme Projesi”, Mimarlık ve Sanat, sy.2, 1961; “Beyazıt Meydanındaki Eski Eserlerin Durumları ve Restorasyonları Hakkında Rapor” (kaleme alınma tarihi: 1962), İstanbul’u Anlamak, 2. Baskı, Timaş Yay., İstanbul, 2008; “Beyazıt Meydanı Meselesinin İç Yüzü”, Milliyet Gazetesi, 22 Mayıs 1964; “Beyazıd Meydanı Düzenleme Projesi, İstanbul, 1958-1961”, Mimar, sy.11, 1983; “Beyazıd Meydanı Yayalaştırma Projesi, 1969”, Arredamento Dekorasyon, sy.18, 1991 (“Dünden Bugüne Beyazıt Meydanı” başlığı altında İstanbul’u Anlamak kitabında da yayınlanmıştır)

[2] “Beyazıt Meydanı Projelerini Tetkik Toplantısı Zaptı” (7 Mart 1961 tarihli Belediye Sarayı’ndaki toplantı), İstanbul’u Anlamak, 2. Baskı, Timaş , İstanbul, 2008. S. 320-321.

[3] Cansever, T., “Dünden Bugüne İstanbul: ‘İstanbul’un fethi mimarî fetihle tamamlandı’”, Kubbeyi Yere Koymamak, İz Yay., İstanbul, 1997, s. 209-210.

[4] “Beyazıd Meydanı Yayalaştırma Projesi, 1969”, Arredamento Dekorasyon, sy.18, 1991, s.114-119.

[5] Cansever, T., Kubbeyi Yere Koymamak, İz Yay., İstanbul, 1997.

Beyazıt Meydanı – Notlar*

Tasarım ve Uygulama Ana Kararlar*

 

 

*Bu görsel ve özet; evvesehirvakfi2019.tumblr.com internet sitesinden alınmıştır

Cansever, Beyazıt Meydanı için yaptığı tasarımı anlatıyor…

Rahmetli Turgut Cansever anlatıyor.

Tartışmalı Beyazıt Meydanı için yaptığı tasarımı diğer tasarımlar ile kıyaslıyor.

Şöyle, bakın. Burada, bu alanın, şöylece meydan olarak düzenlenmesi yönünde projeler vardı. Sedat (Hakkı Eldem) Bey’in projesi, (Luigi) Piccinato’nun projesi, (Hans) Högg’ün projesi. Şu alanı esas alıp düzenliyorlardı.

Benim teklifim, yani şuradaki teklif: Yol esas değildir. Meydana getirilecek alanın, yola açılan bir alan olması söz konusu değildir. Esas değerler nelerdir? Bir kere, bu büyük mimari anıtlar. Sonra, geçmişte, bu büyük mimari anıtların karşısında saray duvarı vardı. Bir kavisli duvar vardı. Yani planda, takriben, şöyle bir çizgi takip eden bir duvar vardı. O zaman böyle bir duvarı gene kabul edip bu abideler arasındaki alanı, Beyazıt Meydanı alanı hâline getirmek esastır. Ve bu alanı, burada geçen yola nasıl irtibatlandırılacağını hesaplamak gerekir. O da bu alanın, bir yan uzantısı olan camilerin, Beyazıt Cami’nde son cemaat yerinin bir tarafında olduğu gibi öbür tarafında bir boş alan olabilir ve bunu yola bir yaya rampasıyla bağlarız. O zaman bu yaya rampasından buraya çıkılıyorsa, buradan meydana gelinir ve eğer üniversite kapısı böyle bir yerde ise buradan ilerlenerek öğrenciler üniversite kapısına giderler. Çarşı tarafında gelenler keza oradan üniversite kapısına girerler. Yalnız bu aks burada yoktur. Meydanın asli düzenlenmesinde meydan halkın kullandığı bir yerdir. Bu kitaba koymadım. Burada saray yıkılıp Harbiye Nezareti binası yapıldığında bu aks meydana getiriliyor. Tabi bu aks son derece sembolik, önemli.

Bakın şurada Reşit Paşa’nın türbesi var. Bu türbe kare planlı fakat kare plan kıble istikametine dönük değil, diyagonal bir istikamete dönük. Şu yapıldı. Mesele, buranın meselesi; doğrusu benim yaptığım katkı o oldu, bunun içinde değil, bunun çevresiyle beraber analizi ile çözümlenebilir. Hem Sedat Bey, hem Profesör Piccinato, hem Profesör Högg, ulaşım meselesini meydan sınırlarının içerisinde çözmeye çalışıyorlardı. Yani o resimde gördüğünüz gibi. Sonunda bunun içerisinden hepsi az zararlı ya da daha çok zararlı yoldan geçiriliyordu. Hâlbuki tarihi boyunca yaya alanı olmuş burası. Mispargo’nun fotoğrafı buranın ne kadar güzel bir halk kitlesi tarafından kullanıldığı bir yer olduğu gösteriyor. Buranın öyle olması lazım.

Bir dini külliye var, bir çarşı var, kapalı çarşı var, burada bir üniversite var, burada bir üniversite var. Bunların buluşma yeri burası. Buranın bir yaya alanı olması apaçık zaruret. Bunu gerçekleştirmek için de çevre yolları kullanılarak, trafiğin bu meydanın dışarısından geçirilmesi teklifiydi benim teklifim. Ancak şöyle bir konunun halledilmesi icap ediyordu: Meydanın Fatih tarafındaki yol şebekesiyle, Kapalı Çarşı tarafına olan bağlantısı nasıl çözülecek? Piccinato bu meydanın içerisinden geçen bir yol yapıyordu. Seviyeler incelenince çok kolaylıkla Edirnekapı tarafından, Fatih tarafından gelip -üniversitenin seviyesini ilerlettiğimiz ve büyük abideler aksını meydana yansıtan ilave ettiğimiz şu setler, aynı zamanda harbiye nezareti aksını meydanın dışına iten, mesele olmaktan çıkartan şu setler buraya ilave edilince bu setlerden yararlanılarak, buradan gelip bu setlerin altından geçip şuradan çıkarak bu iki tarafı birbirine yeraltı geçidiyle bağlama imkânı oluyordu.

Kaydı metin hâline getirenler: Mustafa Aygör, M. Esat Karaaslan, M.Sefa Akbaba, İbrahim E. Karaköse

Videoya erişmek için:

Cansever’in Meydan Eskizleri