Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 3. Sayısında yer alan “Yaşamın Mimariye Yansıması: Türk Evi” yazısını sayfamızda istifadenize sunuyoruz. Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 3. Sayısının tamamı için tıklayın!

Yaşamın Mimariye Yansıması: Türk Evi

Hazırlayan: İrem Nur Kaya

Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, kendisinden çok kıymetli bilgiler öğrendiğimiz Mimar Cengiz Bektaş’ı özlemle anıyoruz.

Konut olarak adlandırdığımız, insanın barınma ihtiyacını giderdiği mekan insanın var oluşundan bu yana gelişen ve değişen etmenlerle beraber her zaman gündemde yerini koruyan bir mesele olmuştur. Bulunan çözümler değişse de bir “çözüm arayışında” olma hali değişmemiştir. Bizler de pandemi sürecinde konutta geçirdiğimiz zamanın artmasıyla beraber bu meseleyi acilen yeniden ele almamız gerektiğini fark ettik. Bu meseleyi ele alırken başvurabileceğimiz kaynakların başında Türk evleri geliyor. Türk evleri coğrafyayı doğru okumanın ve ihtiyacı olanı inşa etmenin güzel örneklerini barındırıyor içinde. Mimar Cengiz Bektaş da içinde doğup büyüdüğü ev kültürünü tanımak için yaptığı araştırmaları Türk Evi isimli kitabında bizlere sunuyor. Bu incelememizin konusu olan kitabın Yem Yayınları’ndan ilk baskısı Şubat 2013’te yapılmış ve 168 sayfadan oluşuyor. Ayrıca kitapta Bektaş’ın çizim ve fotoğraflarının kullanıldığını belirtmek gerek.

“İçinde doğup büyüdüğüm, elbette yalnızca fiziksel olmayan coğrafyanın yarattığı “ev” kültürünü tanıyabilmek için Balkanlar’da, Adalar’da, tüm Anadolu’da sayısız araştırma-inceleme gezisi yaptım. Mimar olduğum yıllardan bu yana, her olanağı değerlendirerek bu tanıma çabamı sürdürdüm… yaşama kültürünün yarattığı evlerin kimilerini yalnızca fotoğraflayıp, yazıp-çizerek, çoğunu ölçüp-biçerek, ayrıntılarıyla saptadım… yaptıranlarından, yapanlarından bulabildiklerimle konuştum… çok şey öğrendim onlardan.”

Cengiz Bektaş kitaba bu cümlelerle başlıyor. Kitap boyunca da gördüğü, gezdiği ne varsa bizlere kendi perspektifinden kesitler olarak sunuyor. Türk Evi kitabı, giriş kısmıyla beraber, 10 bölümden oluşuyor. Bektaş, konuyu daha iyi anlayabilmemiz için “Geçmiş” adını verdiği bölümde Türk evinin çekirdeğini oluşturan Anadolu’ya yöneliyor. Çayönü, Aşıklı Höyük, Çatalhöyük, Likya evi, avlulu evler gibi
örnekleri kısa kısa inceliyor. O dönemlerde insanların neyi öncelik olarak belirlediğini ve neye göre konutlarını inşa ettiklerini anlatıyor. Anadolu’da hüküm sürmüş her uygarlık kendinden bir şeyler katıyor konuta. Birikim ilerledikçe daha güzel çözümler çıkıyor ortaya. “Bu Ezgi Kimin?” diyor usta mimar ve onun bakış açısına göre üretilenlerin hiçbirini birbirinden bağımsız gibi değerlendirmek
mümkün değil.

“Hangi gereçle yapılmış olurlarsa olsunlar, nerede, kimin için yapılmış olurlarsa olsunlar, bugün de yaşayan örneklerini incelediğimizde, bu evlerde kimi ortak yönleri, temel ilkeleri saptayabiliyoruz.” Çekirdeği inceledikten sonra Türk evinin kendisine geliyor sıra. İlk olarak “İlkeler” isimli bölümde Kula, Maraş, İstanbul gibi birçok farklı yerden fotoğraflı örnekler vererek evin hangi koşullar ekseninde oluştuğunu anlatıyor. Bektaş, her iklimde yaşama, doğaya, çevreye uygun çözümler üretildiğinden bahsediyor bu bölümde. Eğimli arazilerde evler konumlandırılırken komşunun manzarasını kesmemek önemli bir kriter mesela. Eğim bir engel değil, aksine bir fırsata çevriliyor bu evlerin kurgusunda. Ayrıca bu evlerde gösteriş yapmak yerine ihtiyaç neyse onu karşılamak temel ilke olarak belirlenmiş. Günümüzün revaç konusu olan sürdürülebilirlik de bu evlerin zaten sağladığı bir koşul. Evin bölümleri coğrafyanın gerekliliklerine göre şekilleniyor. Mesela İzmir’de cumbalar kışın ısı kaynağıyken yazın ısı yalıtıcı bir alana dönüşüyor. O yörede hangi ağaçtan daha çok varsa o kullanılıyor evin yapımında. Her malzeme esas işlevi neyse onu yerine getiriyor, yalın kullanım zedelenmiyor. Ailenin mahremiyeti önemli olduğu için avlu bu ilke çerçevesinde şekilleniyor. İç ve dış birbirinden bağımsız değil, aksine

birbirini tamamlar nitelikte kurgulanıyor. Ölçülerse insan temel alınarak belirleniyor ancak sadece insan değil hayvan da bu ev kurgusunda önemli bir yere sahip. Ve evler esneklik ilkesini de sağlayacak nitelikte yapılıyor. Aile büyüdükçe evler de büyüyebiliyor yani. Evin kurgulanmasında buna benzer birçok ilkeyi tüm detaylarıyla anlatıyor Bektaş.

“İklime, güneşe göre çözüm… İncelediğim evlerin belki de en önemli özellikleri doğayla savaşmadan ona uymaları, belki de daha doğru bir deyişle, doğanın kan dolaşımı içinde olmaları… Çevreye saygılı kalmaları… Bu evi yaratan insan, bütün öteki yaratıkları, her şeyi, evreni, kendisi için yaratılmış bir çevre olarak görmüyor. Kendini öteki varlıklardan biri, hem de onlarla dengede olması gereken, onlarla birlikte var olan biri olarak görüyor. Evin kapısı atlı araba için açılırken, bir kanadında, insan için, daha küçük ayrı bir kanat, kedi için küçücük bir başka kanat açılabiliyor.”

Bir sonraki bölüm olan “Ana Gereçler” isimli bölümdeyse ahşap, taş, kerpiç gibi kullanılan malzemeleri fotoğraflarla örneklendirerek anlatıyor bizlere. Malzeme seçiminde ekonomi önemli olduğu kadar halkın yaşamda benimsediği temel ilkelerin de payı büyük. Fani olduğunu kabul eden halk, evini ahşaptan inşa ediyor çünkü. Ahşabın özellikleri buna zemin hazırlayabiliyor. Diğer bölüme geldiğimizdeyse Cengiz Bey’in Türk evi ve kentleşme konularını ele aldığını görüyoruz. Ona göre kent; insanlaşma yolunda öteki insanlara göre biçim almasıdır ve çevrenin insancılaşması, insancalaşmasıdır. Efes, Priene, Hierapolisve daha nicesi… Kent olgusunun ne şekilde oluştuğunu ve Türk evinin bunun neresinde olduğunu sorguluyoruz mimarla birlikte. Sokak, mahalle gibi daha geniş kavramların yanında evin mahalleye açılan ‘kapısı’ da burada bir inceleme konusu olarak karşımıza çıkıyor. Balkon, bahçe gibi evin bölümleri de bu incelemenin bir başka konusu tabii. Ve bunların nerede, nasıl konumlandırıldığının ev sahibinin maddi durumunu anlamamızda büyük bir öneme sahip olduğunu öğreniyoruz bu bölümde. Bektaş anlatımlarda yöre halkının yaygın kullanımlarından yararlanıyor ve böylece mimari dışında da önemli bilgiler edinebiliyoruz kitap sayesinde.

“Kışlık kat, ‘elim değmesin yeter’ (2.20-2.25 m) yüksekliktedir. Duvarları, yer katında olduğu gibi kalındır; pencereleri küçüktür. Kısacası korunaklıdır, çok kolay ısıtılır.”

Altıncı bölümde Türk evinin plan tiplerini anlattıktan sonra, diğer bir bölümde esneklik ilkesini tüm yönleriyle, derinlemesine ele alıyor yazar. Her şeyde olduğu gibi bu evin gelişim sürecinde de farklı dönemler mevcut. Sekizinci bölümde de bu dönemleri fotoğraflarla kısaca anlatıyor Bektaş.

Kitabın bölümlerini anlattıktan sonra genel bir incelemeye gelecek olursak; kitapta kimi bölümlerde detaylı bir anlatım yaparken kimi bölümlerde konu hakkında kısa bilgiler veriyor Cengiz Bektaş. Türk evi konusunda hiç kitap okumamış biri için bu bilgilerin gayet yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Mimarın anlatımları sayesinde içinde yaşadığımız coğrafyanın gerekliliklerini daha iyi anlıyor ve buna uygun çözümlerin nasıl üretildiği hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Ayrıca dönemin yaşamı hakkında da bir şeyler öğreniyoruz bu evleri okuyarak. Zira mahremiyeti önemseyen insanlar, yaşamı başka evlerin görmediği avlularda kurguluyor. Hayvanları önemsediği için kapıda ayrı bir yer ayırıyor ve sokakta yürüyenle evin içindeki birbirinden koparıyor. Ama bu kopuş yalnızca bahçe kotunda kendini gösteriyor çünkü bu evlerde oturanlar üst katlarda sokağa hakim olmak için çıkmalar yapıyor aynı zamanda. Öğrendiğimiz her detayda yaşamın mimariye büyük bir incelikle yansıdığını görebiliyoruz. Ve kitabın belki de en güzel yanı Bektaş’ın tüm bunları kendi üslubuyla, şiirsel bir şekilde anlatması. Kitabı okurken hem mimari anlamda bilgiler ediniyor hem de kendinizi kültürünüzde bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz. Tüm bunları okuduktan sonra konut anlayışımızın nereden nereye evrildiğini sorgulama kısmını da sizlere bırakıyoruz.