Mimarimizin Karakteri ve İnsanî Değerlerimiz Işığında “Koruma” ve Kavram Olgusu

Ahmet Arslanoğlu

Alıntı: İlim ve Sanat Dergisi, Eylül-Ekim, 1986, Sayı:9, 28-31

Kültürümüzde “çevrenin ve mimari değerlerin” Batı kültüründekine nazaran daha şumüllü bir anlamı olması gerekmektedir. Bizim kültürümüz, insanı ve onun fonksiyonlarını yüceltmeyi amaçlar. İnsana has olan değerlerin geliştirilmesi ve korunması fikri, insan ve eşyanın tabiatına ilişkin çalışmalarla birlikte son zamanda kullanılan anlamıyla koruma fikrinin özünü oluşturabilir. İnsana has olan bu değerler yüzlerce yıllık bir tecrübenin ürünü olan verilerle tanımlanır. Bu veriler; eserler hakkında felsefi anlamlardan fizik mekâna kadar; detay, malzeme, dizayn, uygulama ve davranış bilgilerini kapsar. Toplumumuzun hizmetine ve fonksiyonlarına muhtaç olduğu bazı eski müesseselerimiz yeniden çalışır hale getirilmelidir.

Selçuklu eserlerinin mevcut son resimleri ile bugünkü durumları karşılaştırıldığında tanınmayacak derecede orijinal kimlik ve bütünlüklerini kaybetmiş oldukları görülür. Bu, batılı “koruma” fikrinin kabullenilmesinin sonucudur. Kısaca; kendi koruma tarz ve prensiplerimiz akademik anlamda belirlenip benimsenmedikçe, gerçek anlamda koruma çalışmaları ortaya çıkmayacaktır.

Summary

The idea of “preservation of environment and architectural values” should have a more comprehensive meaning in our own culture than in western culture. Our culture aims to exalt and his function.

 

The idea of development and protection of instrinsic human values together with studies about the inter-relationship between man and nature can comprise the essence of the preservation approach which has appeared in recent times. The intringie values that are to be protected can be defined by means of data which has been obtained over the centuriest. The data extands from philosophical meaning underlying the works to their physical place, including detail, metarial, design, application and functionality.

 Some old institutions whose service our society still needs should be reactivated to regain their benefits.

 When comparing Seljuk monuments with their latest, it is obvious that these monuments have lost so much of their original identi and interprity that they are almost unrecognizable. This situation is a result of the acceptance of the western approach to preservation of historical monuments. In short real preservation will not occur unless we academically delineate and our own preservation principles and methods.

Genel anlamıyla “Koruma”, Yurdumuz’un fizik tabiatı ile geçmişten hale, insanımızın kültür ve sanat verimine ait özgün birikiminin oluşturduğu; yine şahsiyet ve kültürü özgün ülkemiz insanını, kendi karakteristik şartları içinde kararlı şekilde barındıracak özellikteki tüm çevrenin; bu özelliklerini yitirme, sağlıksızlaşma, tanınmaz hale gelme ve yabancılaşmadan korunmasıdır, denilebilir.

Yasal ve tatbikî anlamıyla da taşınmaz tabiat varlıkları ile taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının, görevli kurumlar ve kamunun hizmet elbirliği ile müeyyideli olarak korunması; şeklinde özetlenmesi mümkündür.

Bu ifadelerden sonra, korunması gerekli bu varlıklar topluluğunun, muhtelif mimari ve çevresel boyutlarının neler olduğunu hatırlamakta fayda vardır. En geniş kapsam ve en yaygın ortamı belirten “Çevre”, tabiat içinde insanın onu ancak çok az etkilemek şartı ile yer aldığı bir boyutu kastetmek üzere de kullanılabilir. Bir göçer çadırı veya tek bir kulübe etrafındaki tabii çevre gibi. Sosyal ve kültürel yönden en az insan eseri ihtiva eden böyle bir boyutta; tabiat varlıklarının, yeşilin, havanın, su kaynak ve rezervelerinin sağlıklı bir şekilde değerlendirme ve korunması, aktüel konuyu teşkil eder.

Yasal ve müeyyideli bir insiyatifle kontrollü olmayan, kamu yararını esas alan gerçekçi plân ve program gözetmeyen, çevre sağlığını kâle almayan gözükara sanaî atılımları; genellikle çevre boyutunda zararı faydasından pahalı tahribata, sebep olmaktadırlar. Yine Yurdumuz’da bu manada yaygın görülen bir kötü kullanım müessesesi de karayolları bandı çevresinin sözkonusu insiyatifçe açık bırakılması neticesinde sorumsuz ve nihayetsiz bir taleple verimli tarım arazisi ve yeşilden; temini ucuz, doğurduğu artık ve sakıncaların temizlenmesi pahalı sanai alanı haline dönüşmesidir.

Sınırlı boyutta eski yerleşim birimlerinin genellikle örnek alınabileceği, tabiat içinde insan verimlerinin bir üst kademede etkin olduğu diğer bir çevre boyutu daha mevcuttur. Karakteristik köy ve kasabalarımız yörenin malzeme imkân ve geleneğine göre taş, toprak, ahşap hammaddeli mimarinin; sevimli, kalender, vakur örneklerinden oluşmuş çeşitli demetler sunarlar. Tek tek yapı örnekleri mimari değerleri yönünden etkin olsa da olmasa da sözkonusu her bir demet yahut yerel yerleşim, topluca düşünüldüğünde başlıbaşına bir değer, taşınmaz bir kültür varlığıdır. “Bir iki tane bırakın, gerisini kaldırın” gibi zavallı bazı hükümler ve yaygın nümayişin neticesi, tersine kullanılan insiyatiflerle bu tür pekçok özgün örnek ya tamamen ortadan kalkmış ya bütünlüğünü yitirmiş ya da birkaç hatıra elemanın tahayyüle ilham edeceği silik izlerden ibaret kalmışlardır.

Ulaştığı bütünlüğün oluşturduğu bu “Sit” değerine karşılık, böyle bir kısım eski eser veya anıt, çevrede elemanların eser değeri sınırlı, zayıf, hatta kayda değmez ölçüde bulunabilir. Ancak bunların topluluğundan meydana gelen doku, burada mevcut çevre değeri veya sit karakterini sağlamaktadır. Bu bakımdan bu tür çevrelerdeki bir tek yabancı eleman, tek bir zıt uygulama saça düşen ak misali göze batan ve sırıtan, sonraki toplu bozgunu hazırlayan kötü örnek teşkil edecektir. İçinde doğup büyüdüğü, yetişip eriştiği ortama medyun ve tutkun olan her köy ve kasaba sakini ferdin; geleneksel çevresine ait karakterin korunması konusunda bilinçli ve kararlı bulunması, bu yönden büyük önem taşımaktadır.

Yine yerel yerleşim çevresinde, bu kere tamamen ahalinin günlük veya mevsimlik ihtiyaçlarını karşılaması ile ilgili davranışına bağlı bir koruma konusu, yakın çevre tabii dokusunun tahrip edilmemesi hususudur. Gerçekten günümüzde Anadolu’nun bu tür birçok yerleşim civarında tabii bitki dokusundan eser kalmamış; keçi otlağı, odun, tarla kaygıları gibi aslında ekonomik açıdan rantabl olmayan bahanelerle çevre tahrip edilmiş; yerine yenisinin konulması için de bilinçlenilememiş veya gayret gösterilmemiştir. Bu konu, anılan yerleşim bölge ve birimleri ihtiyaçlarının karşılanması ve imkânlarının iyileştirilmesi gibi, resmi bir hizmet bileşenine de bağlı bulunmaktadır.

Şehir alanlarında, tarihi ve kültürel sürecin asırları içinde gerçekleşmiş anıtsal eser birikimi, aynı derecede önemli sivil mimari eserleri fonunda bütünleşerek “Anıtsal sit” örnekleri vermişlerdir. Bu kompozisyonların gerek anıtsal odaklar olan eserler gerekse sivil yapılar olan fonlarında kaybı az ve yabancı elemanlardan korunmuş olabilmesi, izleyene bu eski ortamın özgün karakterini eksiksiz takdim etmek bakımından önem taşımaktadır. Böyle şehir kesimlerinin fonksiyone edilmelerinden tutunuz, sakinlerinin kılık kıyafet ve davranışlarını düzenledikleri bilince kadar; kayıtlanılan bileşen sayısının arttırılması, gerçekleştirilmiş ciddi batı uygulamalarının önemli ölçeklerindendir.

Mimari tarihimizin belirli veriminde, rasyonel ve idealize şekilde düşünülmüş külliye anlayışı yanında sivil yapıların, anılan zemin ve fon görevini üstlenmesi maksadıyla anıtsal kompozisyonla birlikte tasarladığı dahi tesbit edilmektedir. Edirne Selimiye Külliyesi beraberinde, eser civarını geliştirmek üzere kurulduğu anlaşılan mahalle örneği bu yöndeki bilince ait zamanında varılmış çizgiyi gösteren, anıt manasında bir tesbittir.

Kültür ve yapımıza özel bir sit olan “Külliye”, tasarlandığı süreç içinde hizmetlerinin kapsam genişliği, işleyiş rasyonelliği, mekânlar ve fonksiyonlar hiyerarşisinin olgunluğu gibi hususlarda gelişen mimari değerleri ile; toplumda sosyal adalet ve düzenin teminini tamir ve tahkim eden özellikleri bakımından, dört başı mamur bir hizmet fabrikası olarak müesseseleşmiştir. Konuklanma ve ağırlanma, yemek, içecek, temizlik, sağlık, eğitim hususlarında verilen hizmetlerle hayatın her basamağından kavradığı insanı, ömrünün bütün çizgisini kapsayacak pozisyonları ihtiva eden yeIpazesinde kendisine yakışan bir noktaya koyabilen külliye; bütün bu pozisyonları bir arada bulundurmasından dolayı insanlar arasında hal diliyle yaptığı görgü eğitimi yanında, pozisyon değiştirme istidadı gösterenlere umut kırmadan yaklaşmış teşvik edici imkanlar zeminini de aynı zamanda ihtiva etmektedir. Mimari ve şehircilik gibi ihtisas değerlerinin, bu fonksiyonların karşılanması için uygulanan çözümlerde yerleri, teker teker gösterilebilir.

İşte külliye karakterinde, mimarî tasarımın paralelinde oluşturulduğu sosyal mahiyette bize has değerlerden yukarıda özetle sayılanların restorasyon ve fonksiyonlandırmada da dikkate alınması; yoğun, çeşitli ve hareretli kamu istifadesinin kesinlikle sağlanmaya çalışılması gerekmektedir.

“Eski eser” boyutuna gelince, taşıdığı fonksiyona bağlı sosyal veya ferdî hizmet kıymeti kendi yönünden irdelenmek kaydıyla, yapı ölçeğindeki mimari değerler tahkîkinin, bu mimari boyutta ele alınması gereklidir.

Konuyla ilgili ilk akla gelenler, hariçten bakışta eserin algılanma imkânlarının yeterli derecede açıklıkla korunup korunmadığı, çevrenin eser ifadesine görsel tesirlerinin uygun olup olmadığı, gibi hususlardır. Günümüzde çevre, eserle bütünleşen uyumlu bir sit vasfında teşekkül etmiş ve korunmuşsa, çözüm için ideal ihtimal budur. Değilse çevre görsel karakterlerinin, zıt özelliklerle düzenlenmesi halinde dahi, eser belirgin etki kazanabilir. Ancak eser civarında karakteristik ve özgün bir çevre yoksa, mutlaka eserin bağlısı değerlerle onun seçilme ve netleşmesini sağlayacak düzenlemeler yapılması, aksi davranışlardan da kaçınılması gerekmektedir.

Bunları takiben eserin fiziki sağlık ve bütünlüğünün korunması için önem taşıyan bileşenler hatırlanabilir.

Öncelikle oturduğu zeminin sağlığı, eseri ilgilendirmektedir. Çevresinde hafriyat yapılması, hele buna ağır ve titreşimli hafriyat makineleri ile tevessül edilmesi, eser yakınlarındaki yolların yoğun sıklıkta ve ağır araçlı trafiğe tahsisi gibi hususlar bu konuda yaygın ve etkin sakıncalardır. Ayrıca civarındaki muhtelif tesisattan zemine su kaçakları, zeminin akar sudan doğan yıkanma ve boşluklanma sonucunda oturmalarına sebebiyet verebilmekte; yeraltı su rejimine tesir eden doldurma ve yükseltme işlemleri, eser elemanlarında rutubetin yükselmesiyle bunların tahribine yol açabilmektedir.

Türüne göre bina üst örtülerinde bakım ve onarımın sağlanması, bir diğer yönden gelebilecek olan su problemlerinin önlenmesi için şarttır. Bu örtü günümüze bütünlük göstermez şekilde gelmiş ise ya belgelerine göre tamamlanmalı ya da ayrı elemanlarına teker teker önlem alınmalıdır.

Eser bünyesine geldiğimizde, bunda yer alan mimari değerlere terim olarak kısa bakışlarla konu açıldıktan sonra incelenmesi daha doğru olacaktır.

Mekân ve kütlelerin dağılımı veya proporsiyon olarak anılan değer, eseri oluşturan mekân ve kütlelerin, eserin birliği içinde üç boyutta dağılımının ölçek ve oranlarını; bir başka deyişle de plastik tasarımındaki oranlamaları kasteder.

Dış mekân eserin dışında, iç mekân da keza eserin içinde algılanan mekân etkisini yahut eser ayrıtlarının içte ve dışta bıraktığı mekân parçalarının, perspektif ve görsel tesbitlerini ifade ederler. Yapının ayakta durmasını sağlayan sistematiğin tümüne taşıyıcı sistem veya strüktür, yapı kabuğunu teşkil eden en dış çepere yapı üst örtüsü diyebilmekteyiz.

İç mekânda yapı vazife gördüğünde icra edilen faaliyet, detayı işleyiş, birimlerin vazifesi, fonksiyon ismi almaktadır.

Plastik sanatlardan mimariye has olan bu değerler yapı veya külliyenin, ancak bir bütünlük içinde korunması ve kullanılması halinde karakteristiklerini koruyacak, üç boyutta yer alan ve yaşayan değerlerdir.

Genel karakterleri iki boyutta yer almak olan cephe, tezyinat, yapı elemanı veya konstrüksiyon detayı gibi değerler yapıya ait yüzeyler üzerinde bulunarak, mimari düzenleme bütününün algılanan sonuç etkisinde tesirli olurlar.

Her bir değerin yapıdaki dağılımında ve değerlerin toplam sonuç etkisine tesirinde ayıraç olarak geçerli bulunan kriterler ise egemenlik, denge ve birliktir.

Gerek bir değerin eserdeki yayılımında gerekse değerlerin üstüste çakışmış bulunduğu sonuç tesirinde aranan “denge”; eser kompozisyonunda hareketlilik bulunsa da bulunmasa da kararlı bir şekilde varılması gereken, kelimenin lugat manasıyla dengeyi veya dengeli sonuç etkisini ifade eder.

“Egemenlik” eser kompozisyonu vurgusunu teşkil eden, eserin tüm etkisi ölçeğinde olduğu gibi, sadece bir değer etkinlikleri arasında da yer alabilen baskın vasıf veya karakter kullanımını belirtmektedir.

Bütün mimari boyutlardaki farklı eser değerlerinin, aynı şahsiyeti tamamlayan ve hiçbirisi sonuç bütünlüğü içinde yadırganmayan, aksine uyuşup kaynaşan bir düzen içinde kullanılmasına da “Birlik” denilebilmektedir.

Takribi bir ifade ile bu değer ve kriterler kullanılarak gerçekleştirilmiş bulunan eserlerin, yine bunlar göz önünde bulundurulmak, kontrol edilmek suretiyle korunması mümkün bulunmaktadır. Bu esnada her bir değere ait verilerin aslî hüviyetiyle korunduğu anlaşılıyorsa, eserin büyük ölçüde korunduğu söylenebilir. Aksi durumdaki kayıpların miktarı kadar, eserin korunmasında zayiat verilmiş demektir.

Koruma kuramı ile ilgili teori ve pratik detaylarının tetkiki, restorasyonun fiilî çalışmalarından gayri hususlarda faydalı olamayacağından, ele alınmamaktadır. Ancak bu husustaki farklı bir durumumuzun belirtilmesi maksadıyla, bir noktaya değinilecektir.

Kendi tarih süreci içinde restorasyon konusunda geçirdiği müsbetten menfiye sivri uçlardan, orta yollu uygulamalara kadar örnekler için teşhisler yapılması mümkün batı kültürünün; günümüzde koruma hususunda akademik manada önerdiği ve benimsemiş göründüğü sistematik, “Venedik tüzüğü” adı altında tanınmaktadır. Bu belgenin değerlendirilmesi yine koruma kuramının konusudur. Ancak mimarimize ait korunması gerekli değerlerin karakteri ve henüz çok genç bulunan restorasyon sürecimizle uyuşmayan birtakım öneriler, burada hatıra gelmektedir.

Genelde kayda değer eserlerin restorasyonunu bütünüyle tamamladıktan sonra vardıkları bu son kararda batılı korumacılar, yıkılmış veya belirli bölümleri ortadan kalkmış eserlerin; yeniden inşa veya tamamlanmalarına taraftar olmamaktadırlar. Bununla birlikte son harbi takiben yıkılan birtakım binalar bir yana, mahalle hatta şehir ölçeğinde yapılan rekonstrüksiyonlar, kendilerinin de uygulamada her halukârda bu kararda buluşmadıklarını ve eserlerinden vazgeçmeyi kabullenmeyeceklerini göstermektedir.

Üstelik insani değerlerimizde olduğu gibi mimari ve sanatımızda da bize has tavır ve özellikler yanında, kendimize has değer yargıları bulunması gerekeceği tabiidir.

Burada bilhassa erken Anadolu eserlerimizde yer alan, devrenin evrensel sanat verimi içinde de farklı ve orijinal karakter taşıyan bir mimari değerden bahsetmek gerekmektedir. Aslında mimariye has olan ve üç boyutta yer alıp yaşayan değerler, iki boyutta yer alan sanat etkinliklerine nazaran mimarî terazisinde daha ağırlıklı yer tutar, bu etkinliklere göre eserle daha ayrılmaz ve özdeş bir bağ kurarlar. Üç boyutta icra edilen bir sanatta böyle olması gayet tabiîdir.

İşte iki boyutta alışılmış tezyinat konusunu, belki İslâm öncesi Orta Asya sanat geleneğinin canlı ilhamı ile geometrinin üç boyutunda işleyen; yapı ile özdeş cephe taşında şekillenen süslemeyi cephe ve taçkapıların egemen elemanı haline getirebilen çalışma, aynı zamanda tezyinat ögesinin etkin bir mimari eleman olabildiğini de ispatlamış olmaktadır. Motif ve espri bakımından bunlar içinde ozanın ezgisi, neyzenin taksimi gibi içten gelme veya emprovize karakterde tek defaya mahsus örnekler mevcuttur. Bu örneklerdeki tek defaya mahsusluk ve iki boyutlu geometriden üç boyuta sıçramak sûretiyle mimari eleman ölçeğinde gelişme, çağına göre evrensel planda ileri ve özgün bir değer taşımaktadır.

Bu kritik değer, ileri tarihlerde klasik üslup uygulamasına etkilerini vardırmış, teşrifat yönünden üstün köşelerin zengin çevrelenişinde ölçüde özet, tezyinî değerde üslüplaşmış doruk bir karaktere dönüşerek yer almıştır.

Nitekim ilk verilerden klasik üslup devirlerine doğru uzanan süreci içinde eserlerimizin karakterlerine bakıldığında, plastik tezyinî unsurları yoğun ve taşıdığı tek defaya mahsus değerler bu yönde galip erken eserlerden; proporsiyon, iç ve dış mekân, strüktür tasarımı ve işleyiş yönlerinden başarıları kritik telif çeşitlemelerine, bir yöneliş tespit edilecektir. Mimarinin kendine, kendi öz benlik ve değerlerine dönüşü manasındaki bu tabii yöneliş; konunun rasyonel, gerçekçi ve idealize yönde geliştiğinin sıhhatli bir göstergesidir.

Klasiğe varmış bir mimarideki özgün eleman, şahsiyetini aslî olarak malzemesi olan taştan veya içinde bulunduğu geometriden ziyade, uslûba ait geniş bir uygulama manzûmesi ve sayılamayacak kadar kalabalık örnekten almaktadır. Böyle bir eleman, devri endüstrisinin bir ürünüdür, o endüstrinin ait olduğu esere koyduğu standardı temsil eder.

Sivil yapılarımız teker teker ele alındıklarında, vadileri süreci içinde kazanılmış tasarım sistematiğinin şubelerinden birinde, sınıflanmak üzere yerlerini alırlar. Ayrıca taşıdıkları kritik özellikler yönünden ihtiva ettikleri değerler de farklı çeşitlemeler içinde onların öz şahsiyetlerini belirler.

Restorasyon yönünden bakılırsa, eserlerimizdeki plastik yönden tek defaya mahsus yerel tezyinat motif ve birimleri ayrı tutulduğunda; yüzeylerle bir karakter, doku veya mimari değer şeklinde bütünleşmiş tezyinat dahil tüm elemanların mimari eleman olarak mütaleası ve bunlara ait restorasyon önerilerinin bu değerlendirmeye göre seçilmesi gerekmektedir. Çünkü bu dokuyu taşıyan yüzeyler, geniş yayılımları ve derinlik etkinlikleri sebebi ile eserlerin algılanışında, egemen mimari eleman durumunda da bulunmaktadırlar. Bunların özgün karakterleri ile restore edilmemesi ve eksiklerinin farklı karakteri, tüm eser karakterinin değişmesine sebep olmakta, eserin özgün etkisi ortadan kalkmaktadır.

Ancak eserlerde sınırlı ölçü ve oranda mevcut tek defaya mahsus karakterde tezyinî motif ve elemanların, mimari karakterine tesirleri gözardı edilmemek kaydı ile; genelde üzerlerinde tamamlama yapılmamak ve müstakil plastik sanat eserlerinde geçerli koruma prensipleri uygulanmak üzere yaşatılmaları doğru görülmektedir.

Yukardaki istisna grubu haricinde eserlerimizdeki bütün mimarî değerlerin, eser bütünlüklerinin korunma veya sağlanmaları maksadıyla tesbit veya araştırılması; belgelerinin temini halinde eserlerin bunlar uyarınca ayağa kaldırılması. Yine aynı bütünlüklerin korunması için uyumsuz ve özgün olmayan eklemelerin yapılmaması, mevcutlarının da kaldırılması esastır.

Uygulamada kullanılacak klasik malzeme, yapı ve inşa tekniğinin çağımız teknolojisine ait bütün bulgu ve imkânlarla desteklenmesi, bu çalışmanın aktüel ve bilimsel olabilmesinin temel şartıdır. Keza eserler üzerinde koruma yönünden doğan sakıncaların giderilmesi husunda da aynı teknolojik verilerden derin bir vukufla faydalanılması gerekmektedir.

Ekserisi Selçuklu eseri olan birçok anıtımızın, bütünlüğünü kaybetmiş ve çok eski olmayan resimleri ile karşılaştırıldığında tanınması güç şekilde değişikliğe uğramış durumuna tahammül edilebilmesinin tabanında; mimarimizin karakteri ve insani değerlerimizin tabii sonucu olan, kısacası bize özgü restorasyon prensiplerinin akademik seviyede ortaya konulmamış olması yatmaktadır. Restorasyonumuzun kendi şahsiyetinde oluşup gelişmesi, kayıpları bulunan eserlerimizin bilinen kendi öz vasıflarıyla tanınması, ancak bunun teminiyle gerçekleşebilecektir.

Müessese olarak eski eserlerimizin hizmet verdiği sosyal fonksiyonların, günümüz toplumunda karşılıkları olan hizmetler bu eserlerin öncelikle tahsisi edildiği değerlendirileceği fonksiyonlar olmalıdır.

İnsana ait verimin değerlerini taşıması yönünden, kültürel verilerin korunması, insana hizmettir. Bu bakımdan her değer gibi, bunun da bir yatırım olduğu ve maliyeti bulunacağı tabiîdir. Katlanılan bu maliyet, insânî hüviyetimizi korumanın maliyeti olacaktır.