Mimari ve Üslup
Yusuf Civelek | Halil İbrahim Düzenli
2 Mayıs 2020

MSMB Mimarhane

#MekansızKonuşmalar 02.05.2020

Merhaba, sizlere 2 Mayıs 2020 Cumartesi günü Mekansız Konuşmalar Serisi kapsamında Halil İbrahim Düzenli moderatörlüğünde gerçekleşen Yusuf Civelek ile “Mimari ve Üslup Üzerine” adlı programdan kesitler sunuyoruz. Keyifli okumalar!

Doc. Dr. Yusuf CİVELEK

Dr. Halil İbrahim DÜZENLİ

  • Düzenli: Üzerine konuşacağımız ana sorumuz; “Bugün mimaride üslup mümkün müdür?” Üslup birey meselesi midir? Genelleştirilebilir bir üsluptan bahsedebilir miyiz? Üslup devri kapandı, ‘üslup sonrası’ bir çağda devam ediyoruz diyebilir miyiz?
  • Civelek: Üslup sonrası dönemde olduğumuza inanıyorum. Aksini gösteren bir emare yok. Yakın veya orta vadede olacak gibi de görünmüyor. Mimarlık tarihine mâl olmuş ilk izm Maniyerizmdir. (kendi üslubunu oluşturma) Sonrasında Avrupa’da birbiri ardına izmler dönemi yaşandı. Rönesans ne başlattı ise onda gayri tabi bir şeyler vardı. O gayri tabi olan şey, o frekans bugün geldi bizim fark edemeyeceğimiz bir tiz sese dönüştü. Değişim o kadar hızlı ki, o frekansın çeşitli parçalarına izm’ler adı altında bir niteleme yapamıyoruz. O yüzden üslup yokmuş gibi geliyor bize. Üslubun ortaya çıkabilmesi için tekrar etmesi gerekiyor. Şu anda herkesin kendi bildiğini okuması en doğru tavır gibi görünüyor. Kimsenin kimseye üslup dayatma hakkı yok gerçekten. Bunu sadece mimarlar için değil, dini, siyasi, askeri iktidarlar için de söyleyebiliriz.
  • Düzenli: Artık üretenin ürünü kendi yorumladığı manyeristler çağındayız belki de. Tarz sahibi olan mimarlar bir izm üretmeye muktedirlerse onu tanımlıyoruz. Fakat üslup ortaya koyabilmek için ondan daha büyük bir iktidar gücü ile desteklenmesi gerekiyor. Eski çağlardan beri iktidarın da desteklediği kutsal üretimi olan bir alan mimarlık. Ama artık mimarlık kutsallığını kaybetti. Mimari çevrenin %10’unu kapsayan kutsal üretimin yanında insanların barınakları, mahalleleri gibi kendiliğinden üreyen bir sürü daha şey var. Geçmişte yapıcılar (ustalar) bu üretimin karar vericileri konumundalardı. İsmi bu güne gelmeyen daha az kutsal diyebileceğimiz bir ‘mimarsız mimarlık’ var ortada. Bugünün mimarı her ikisinden de beslenerek ürettiği esere kutsallık atfetmek zorunda mı? Geçmiş üretimlere bakıp bir şeyler ortaya koyan mimar yeni bir üslup üretemiyor. Burada bir çelişki var gibi.
  • Civelek: Tarihe baktığımızda ayırıcı bazı vasıfları olan üslupları sınıflandırmakta zorluk çekmiyoruz. Eğer üslup ve üslubun gerekçeleri olmasaydı mimarlığın yapı kültüründen ayrılması nasıl olabilirdi? Mimar dediğimiz kişinin kendine ev-ahır yapan adamdan ayrılması nasıl olabilirdi?
  • 19. yy herkesin tarihten bir üslüp devşirmeye çalıştığı bir zamandır. Bu çağ, aynı zamanda bütün bu gayretlerin kendiliğinden birbirine karışmasını da sağladı. Bu hengamenin içerisinde “Sorun üslup mimarlığıdır” diyen insanlar ortaya çıktı. ‘style architecture’ tabirini kurtulunması gereken negatif bir tabir olarak nitelediler. Bunun bir evvelki aşaması da Gotikçilik. Modernizm ile Gotikçilik arasında tuhaf bir ilişki var. Gotik biraz romantik bir şekilde suni olmayan zamanları sembolize ediyor. O devirde insanlar sadece şimdiyi yapıyorlardı ve bütün sanatlar (resim, heykel, müzik, arts ve crafts) mimarlığın bedeninde bir bütündü. Arts and Craft hareketi hakim olan akademik üslupçuluğa ilk karşı çıkıştır. Fakat kendi getirdiği devinim anti-üslupçu bir harekete dönüştü ve adım adım giderek modernizmi doğurdu. Modernizmin önemli bir özelliği de modern sanatla kendi üslubunu yaratmaya çalışmasıdır. Modernizm, üslup karşıtı olmakla birlikte aslında kendi çağının üslubunu arıyor.
  • Düzenli: 19. yy’da eskilerin üslubundan bir şeyler çıkarmaya çalışanlarla bu çağın üslubunu oluşturmaya çalışanlar arasındaki savaş gün yüzüne çıkıyor. Bu arada çeşitli ekoller ortaya çıkıyor, bunlardan biri de Arts and Craft. (sanatlar ve zanaatler) Bu hareket zanaatle üretilen mimarlığın tekrar kurtarıcı yol olabileceğini söylüyordu. Hem bir şeylere itiraz eden hem de bir şeylerin önünün kapandığını bize söyleyen enteresan bir ara duraktır. Ne dersin hocam?
  • Civelek: Arts and Craft siyasi ve ahlaki tarafı yüksek bir hareket. O olmasaydı belki de modernizm olmayacaktı. Makineleşme olmasaydı da böyle bir hareket olmayacaktı. Makineleşme el emeğini değiştiriyor, makine ile yapılan üretim bütünün sadece bir parçası oluyor. Bu adamlar el sanatlarının merkezde olduğu toplum yapısını geri kazanmak istiyorlar. Onlar için idaelize edilmiş bir geçmiş var.
  • Düzenli: 19. yy’ın bütün tartışmalarından insanoğlu makineye yenik olarak çıktı. Makineleşme ile uzlaştıkça üslup ortadan kaybolmaya başladı. Mimarlık sahte söylemler üzerinden üremeye başladı. Bütün meseleler biçime indirgendi. Bu uzlaşı çabası bütün tahakkümü ile mimarinin üzerine yüklenmiş durumda. Uluşlararası mimarlıklar ve onları kopya etme çabaları mimariyi yerden kopardı.
  • Civelek: Endüstri Çağı mimariyi dönüştüren en önemli şey miydi diye sormak lazım. Bundan bir kaçış olamaz mı? Kurgusal bir söylem olarak tarihsel kırılma anını yaratmak için makine bahane ediliyormuş gibi geliyor bana. Uslup sonrası çağın mimarisi aslında modernizmin üslup arayışının da beyhude olduğunun farkına varış çağının mimarisi. Modernistler uluslararası bir usluba ulaştıklarını zannettikleri anda ayrı noktalara gidip kendi işlerini yapmaya başladılar.
  • Düzenli: Mimar Kemaleddin, S.Hakkı Eldem, T.Cansever gibi isimler neyin arayışındaydı? Hangi geleneğe eklemleniyorlardı? Dünyada da bir çok örnekleri olan yerden kopmama derdinde olan adamlar bunlar. Uğur Tanyeli’nin Mütereddit Mimarlar kitabında ele aldığı konu da bu. Bu kitapta anlatılan mimarlar farklı coğrafyalarda aynı şeyin peşinde olan kişiler. Üslup sonrası çağda olsak bile bireysel arayış hala önemli bir şey gibi gözüküyor. Üslubun ötesinde şahısların üretimleri üzerinden bir zihin inşa ediyoruz, bir okuma yapıyoruz.
  • Civelek: Yer meselesi ikircikli bir mesele. Yerin kendisini ortaya çıkarmanın şöyle bir dezavantajı var; batının içerisinde alt dalga olarak devam eden romantik hareketleri ana akıma karşı gördüğümüz için çabuk benimsiyoruz. ‘Eternal present (ebedi şimdi)’ denilen bir tabir var. Tarih öncesi insanlar tarihin varlığından haberdar olmadıkları için doğal bir şekilde ebediyete kadar sürecek bir şimdinin içerisinde var oluyorlar. Modern batılı insanın krizinin merkezinde olan tarihselcilik sorunu onlarda yok.
  • Modernistlerin üsluptan kaçışı ile vardıkları sonuç bir noktada toplanıyor. Köylü sanatı bilmez. Sanat, kültür sorunları yaşayan şehirli insana ait. Biz ne aristokratlar gibi sanattan anlarız, ne de köylüler gibi yapı kültüründen anlarız. Arada köksüz bir topluluğuz der Adolf Loos.
  • Le Corbusier egzotikliği seven, oryantalist, romantik Avrupalı karakter ile şimdiyi ve geleceği yaratmakta öncülük etmesi gereken Avrupalı arasında tam olarak ikiye bölünmüş bir kişi. Romantik rasyonalistlerin gönlü Avrupa’nın kapısından çıktığında hep geçmişte kalan bir dünyanın devam etmesinden yana iken kapının o tarafına geçtiğinde her türlü ilerleme, şehirleşme mübah.
  • Mimar Kemaleddin’in söyle bir ifadesi var: ‘Tezyinat konusunda Arapların eline su dökemeyiz (ki bence bu da oryantalist bir yaklaşım) ama Türklerin farkı yapım yöntemlerine verdikleri yöntemde ve onu geliştirme azmindedir. Osmanlı mimarlığı yapım sistemleri açısından ilericidir.’ Kemaleddin’in mimarisinde kozmopolitliği reddediş var, kimlik arayışı var. Betonarme iskeletli olsa da, mimarimizden görünüş itibariyle Avrupai izleri silme çabası var. Fakat zaman içerisinde yapıyla kabuk arasındaki tezatlık giderek görünmez hale gelmeye başlıyor.
  • Sedat Hakkı Eldem yapılarına baktığımızda da zamanla o yeniden kozmopolitleşen, çoğullaşan modern mimarlık ortamına uyum sağladığını görüyoruz. Eldem’i çok katı bir milli üslup arayışından şahsi üslup arayışına geçen bir mimar olarak görüyoruz.
  • Düzenli: Turgut Cansever ‘S.Hakkı Eldem inandıklarıyla değil, virtüözlüğü ile öne çıkmayı tercih etmiştir.’ diyor. Eldem üslup meselesini yüksek yerlerden alıp kendi bireysel mimarisine getirmiş bir adam diyebiliriz. Burdan Cansever’e bağlarsak başlangıçta ortak tarafı var. Fakat zamanla Cansever’in kendini mimar ya da sanatkar olarak var etme çabasında geri adımlar attığını görüyoruz. Son dönem eserlerinde anonim gibi gözükme çabası var.
  • Civelek: Mimarlara ebedi bir o anda yaşıyormuş gibi bakmamalıyız. Sürekli bir arayış içerisindeler. Turgut Cansever de öyle. Türk Tarih Kurumu binasına baktığımızda o da virtüözlük içeriyor mesela. Başka bir esere benzemeyen tekil bir üretim. Turgut Cansever zamanla içindeki kıymeti kendinden menkul bireysel dehayı dizginlemeye çalışıyor bence. Bu açıdan Arts and Crafta yaklaştığını söyleyebiliriz. Cansever Selçuklu ve daha çok Osmanlı’dan izler taşıyan noktaya çekerek o yeri var etmeye çalışıyor.
  • Düzenli: İzleyicilerden gelen sorulara geçecek olursak bazı kritik sorular var. Mesela; ‘Mimarlık eğitiminin de bir üslubu olmalı mıdır’ ‘Üslup bir ahlak (etik) mesele midir?’ ‘Ödül mekanizmasının üslubu yönlendirici bir etkisi olabilir mi?’ ‘Yeni bir üslup aramalı mıyız? Yoksa modern dünyada bir ütopist olarak ölüp gidecek miyiz’‘Rönesanstan beri oluşturulmuş suni rotaların tabi bir rotaya evrilmesi mümkün mü artık?’
  • Civelek: Eğitim ve üslup söz konusu olduğunda aynı üslubu paylaşacak iki akademisyeni bulmak bile epey güç. Okullar bu işin anahtarı değil. Bizim hedefimizde bir üslup arayışı, bir diriltme arayışı olmamalı. Mimarlar olarak bütünü kapsayacak bir perspektif nasıl sağlanır onu bilemem. Öyle bir alt yapı olacak ki o an için en doğru, en güzel, en ahlaki ne ise o olabilecek. Yeni bir milli mimari üslup arayışı bana sürdürülebilir gelmiyor.
  • Düzenli: Öneriler artık kavramsal hapishanelerle veya reçetelerle verilmemeli. Böyle bir çağda değiliz.’Üslup üreteceksin’ diye bir yaklaşım mimarlıkta artık olmuyor. Mimarlık artık formalisttir. Eğitimin kendisi biçimcidir, büyük mimarların yaptıkları biçimcidir, bütün dünya biçimi konuşur. Bu tezgaha daha fazla malzeme üretecek kavramsal hapishanelerden ısrarla kaçınmak lazım. Mesela bir tanesi ‘üslup’ bir tanesi ‘gelenek-modernlik ilişkisi’ bir tanesi medeniyetimiz gibi büyük laflar. Mimarlık artık yeni bir üslup üretecekse bu kendiliğinden olacaktır. Yukardan tanımlanmış kavramsal hapishanelerle değil. Üretilen bilgiye ciddiyetle yaklaşmak, fazla teorize etmemek ve onun saf, basit, uygulanabilir dillerini ciddiyetle araştırmak. Mimarlar olarak bize düşen en önemli şey budur.
  • Civelek: Herkesin bir önerisi var, dünya hangisini dikkate alacak? Bir yol önerisi ne kadar ciddi görünürse görünsün boşluğa konuşmaktan öteye gidemeyecek. Çünkü özellikle yeni nesile baktığımızda bir şeyi derinlemesine ele alıp ona bağlanmak tutkusuna sahip değiller. Onların gözü önünde bilgiler, imajlar, tweetler sürekli akıp gidiyor. Bunun küreselleşme ideolojisinin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bu durum dünyadaki bütün insanları aynılaştırıyor, yerleri yersiz-yurtsuzlaştırıyor. Mesele okulları ve toplumları aşıyor. Uzun zamandır mimarlık da küresel ideolojinin bir parçası.
  • Düzenli: Son bir soru ile kapatalım. Mehmet Öğün soruyor; ‘​Üslubun görünüşe ait olan kısmını fark etmek nispeten kolay denebilir, ancak derinde kalan ve mimariyi kültürel açıdan farklılaştıran yönü hakkında ne söylersiniz?’
  • Civelek: Kültürel olanı görünüşte bulmaya alışığız biz. O yüzden ‘3. Milli mimari’ dediğimi boş olarak nitelendirdim. Bu üslubu talep eden siyasi gücün istediği kimlik meselesini yeniden gündeme getirmek. Kendi açısından oldukça haklı. Fakat bunun nasıl ortaklaşacağını, herkesin buna nasıl razı olacağını bulamıyorum.

Halil İbrahim Düzenli link     // Yusuf Civelek Link

Arts & Crafts hakkında .. : Link  // Sedad Hakkı Eldem kimdir ?   // Turgut Cansever kimdir ?  // Turk Tarih Kurumu binası