BEYAZIT GEZİ YAZISI

İstanbul Üni̇versi̇tesi̇ Ana Gi̇ri̇ş Kapısı ,  Beyazit Meydanı , Beyazit Devlet Kütüphanesi̇  ,  Zi̇yan Olan Bi̇r Yer ,  Eği̇n Teksti̇l , Turkuaz Serami̇k ,  Nuruosmani̇ye Cami̇i̇,  Çemberli̇taş,  Pi̇erre Loti̇ Evi̇ ,  Süleymani̇ye Perspekti̇fi̇

Gezi̇ Rehberli̇ği̇

Prof. Dr. Aydın Gülan – İstanbul Üni̇versi̇tesi̇ İmar Hukuku Ve Kamu Hukuku Dersleri̇ Hocası

İbrahi̇m Hakkı Yi̇ği̇t – Fati̇h Sultan Mehmet Vakıf Üni̇versi̇tesi̇ Mi̇marlik Bölümü Proje Dersi̇ Hocası, Ebru Ve Hat Sanatçısı, Koleksi̇yoner

Gezi̇ Görüşmeci̇leri̇

Dr. Süleyman Ertaş – Kapalı Çarşı Teksti̇l Esnafı Ve Sanatçisi – Eği̇n Teksti̇l

Tarkan Özbudak – Kapalı Çarşı Çi̇ni̇ Ve Serami̇k Esnafı – Turkuaz Serami̇k

Katılımcilar

Mi̇marhane 201 Ve 301 Öğrenci̇leri̇

Gezi Notları

Ben yazıyı kaleme alan Mert Çepni. Kendimden kısaca bahsetmek gerekirse, Haliç Üniversitesi 2. sınıf Mimarlık öğrencisiyim. Mimarlık, tarih ve felsefe alanlarına ilgili, amatör bir yazar-çizerim.

Mimarhane bünyesinde Beyazıt esaslı bir geziyi gerçekleştirmiş olduk. Bu gezide gördüklerimi ve dinlediklerimi, daha önce okuduklarım ve kendi düşüncelerim ile harmanlayarak pek de belli bir yazım biçimine bağlı kalmadan serbest bir anlatış biçimiyle anlatmaya niyetlendim…

11:00’da Beyazıt Meydanı’nda Buluşma

Gezi başlangıcında öğrenci ve hocalar arasında samimi bir tanışma bölümü.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ANA GİRİŞ KAPISI HAKKINDA

İstanbul Üniversitesi Ana Giriş Kapısı

• Öncelikle İstanbul Üniversitesi mimarisini kavrayabilmek için tarihini öğrenmek gerek. Eskiden Saray-ı Atik olarak kullanılan bu saray tahttan inen (indirilen veya vefat eden) padişahın annesinin, eşinin, cariyelerinin Topkapı Sarayından çıkartılıp konaklamak için buraya getirilmesi olarak kullanılmaktaydı. İlber Ortaylı’nın deyimiyle Topkapı Sarayı’nda yaşayan kadınlar statü olarak daha üst mevki sahibidirler ve Topkapı Sarayı’ndan Sarayı-ı Atik’e geçmemek için sultanların çocuklarını tahtta tutma uğraşı yaşadığını biliyoruz. Kösem Sultan en iyi örneklerinden bir tanesidir. Daha sonrasında Topkapı’dan ihraç edilmiş hatunlar için yeni bir yapı inşa edilmesiyle Saray-ı Atik yeniçeri ağalarının konaklamasına tahsis edilmiştir (1836-37). Bununla birlikte kapı, Ağa kapısı olarak anılmaya başlanmıştır. 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla bu kompleks Sultan Abdulaziz’in bugünkü İstanbul Üniversitesi Ana Binasını eklenmesiyle Seraskerlik makamı olarak işlev görmeye başlamıştır. Kapının günümüzdeki inşası ise 1865 yılında Fransız Mimar Bourgeois’in mimarlığına dayanıyor.

• Giriş kapısına karşıdan baktığımızda abidevi adeta kale kapısı imajlı bir kapı görünümünü fark ediyoruz. Bunun öncelikli sebebine boyutlar, oranlar olarak cevap verebiliriz ama bunun yanı sıra ana kapı yanındaki iki kule benzeri kısımda dendanların bulunmasıdır. Dendanlar (Farsça diş anlamına gelen) askerlerin siper almasını ya da ateş etmesini sağlayan boşluklardır. Bir askeriye yapısı inşasında da askeri gücü vurgulama kaygısının ön planda olması kaçınılmazdır. Osmanlı’da da böyle inşa edilmiştir.

• Dikkatimizi çeken bir sonraki kısım kapının giriş hattı üzerindeki kemer formu denebilir. Bu kemer formu esasında Osmanlı karakteristik mimarisinde gözlemlenmiyor. İspanya Endülüs Emevi devleti mimarisinin bir parçası. Kapının mimarı Fransız Mimar Borgues Avrupa’da İslam mimarisi denince akla gelen şekilde Endülüs mimarisinden dokular taşıyarak imar etmiştir. At nalı biçimli kemerler de Endülüs Emevilerinden Borgues’ye Borgues’den Osmanlıya gelmiştir. At nalı biçimli kemerler pencerelerde de gözlemleniyor.

• Kapı yanlarında bulunan sütunlar göze çarpan bir diğer ilk noktalardan bir tanesi. Eklektik bir üslup ile Roma sütunlarını işaret ediyor. Bu özelliğe bulunduğu tarihi yarımadaya eskiden kalan bir mimari özellik denebilir.

• Süslemelerde de yine Endülüs etkisi hakimdir ama maalesef gün geçtikçe bu süslemeler kaybolmaya doğru gidiyor. Kapıların at nalı kemelerinin rengi ve süslemesi de Endülüs mimarisinin ögeleridir.

İstanbul Üniversitesi (Merve Yıldız)

• Kapıya biraz daha yaklaştığımızda ise bizi yeni detaylar karşılıyor. Bunların en başında kapının üst noktasındaki Osmanlı tuğrası olduğu söylenebilir. 1927’de Osmanlı’nın izlerini kapatıp, Cumhuriyeti güçlendirmek üzere çıkan yasayla tuğra için kazıtılma söylemi ortaya çıkmıştır ama dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun girişimleriyle kazıtılmak yerine mermer ile kapatılmıştır. Tuğra 2010 senesinde gerçekleşen son restorasyonla birlikte açılarak yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Açılması yakın zaman olması sebebiyle tuğra, ayetlere nazaran daha iyi durumda. Aralarındaki renk ve kalite farkından da bunu fark edebiliyoruz.

• Tuğra altında ise bazı levhalar görüyoruz. Ortada “Daire-i Umur-i Askeriye” yazısını ve yanında Fetih suresinin birinci ve üçüncü ayetlerini görüyoruz. Birinci ayet: “Şüphesiz sana apaçık bir fetih verdik.” Üçüncü ayet: “Ve Allah sana şanlı bir zaferle yardım etsin.” Bu ayetler de 1927 senesinde kapatılmışken 1949 yılında Süheyl Ünver’in girişimleriyle açılmıştır.

• Aydın Hocamızın değindiği bir diğer noktaysa İstanbul Üniversite kapısının geçirmiş olduğu yanlış restorasyon. Duvarlar ve süslemeler sıcak suyla kum püskürtmek suretiyle yıkanmış ve bu sıcak sulu kum aracılığıyla temizlemekle beraber belli bir zarar da vermiş. Tamamen temizlenmiş olması aslında bölgeyi savunmasız kılarak da tahrip olmasına zemin hazırlamış. -Hocamız buradaki uygulamaya örnek olarak Eskimoların yıkanmaktan kaçınmasını gösteriyor. Eskimolar ciltlerinin kirden bir tabaka oluşturmasını, gözeneklerin kapanmasını ön planda tutarak ciltlerinde özellikle de soğuğa karşı ekstradan bir koruma tabakası oluşturuyor.- Neredeyse silinmiş, kaybolmaya yüz tutan motifler tamamen kaybolmadan önce gidip görülmelidir. Bu kapıdan dünyada bir tane daha yok.

Ayrıca Osmanlı’nın idari işlerine değinen Aydın Hocamız evrakların hızlı iletişiminden bahsediyor. Anadolu’nun herhangi bir yerinden seraskerliğe herhangi bir mektup geldiğinde 1 hafta içerisinde işlemleri tamamlanıyormuş. Bugün bile e- mail ortamına rağmen bir ibrazın dönütünün 2 aya kadar varabileceğini eğer ki dönüt yapılmamışsa red olarak değerlendirilmesi gerektiğine dair bir yasamız (İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 10) mevcut. Buradan bakınca o zamanki şartlar altında bu posta-yazışma teşkilatının oldukça gelişmiş olduğunu söyleyebiliyoruz.

Ayrıca son olarak eklemek gerekir ki Harbiye Nezareti (Seraskerlik) ile Maliye Nezareti yan yana bulunuyordu. Vergiler de burada toplanıyordu. İlber Ortaylı’nın deyimiyle: Herhalde maliyenin topladığı verginin asıl harcayanıyla yan yana olması kadar pratik bir şey olamazdı.

BEYAZIT MEYDANI HAKKINDA

  Beyazıt Meydanı (Mepa News)

Beyazıt Meydanı diyoruz ama maalesef bugünkü görünümü ve işlevi meydan niteliğine pek uymuyor. Meydan güzelleşmesi gerekirken gün geçtikçe daha kötü bir hale gelerek bugün bitmemiş bir çalışma olarak bırakılmıştır. Tarih yazılan bir tarihi yarımadanın en önemli meydanlarından bir tanesinin bu halde olması maalesef içler acınası ve utanç duyulacak bir durumdur.

• Turgut Cansever’in 1958-61 yıllarında Beyazıt Meydanı düzenlemesinde üniversite önünde daha yüksek bir kot oluşturarak eğimi aşağı setler haline getirerek bu hizalama sorununu yumuşatarak çözmeye çalışmıştır.

• Beyazıt Meydanı’nın düzenlenmesini en zorlaştıran faktörlerden bir tanesi İstanbul Üniversitesi kapısının Bayezid Camii ve Külliyesiyle paralel olmamasıdır. Yaklaşık 45 derecelik bir sapma söz konusu. Mimarlıkta bir bölgeye yeni bir eser yapılırken nitelikli yapılara dikkat ederek uyum içerisinde yapılması önem arz ederken kapının neden bu şekilde uyumsuz yapıldığının cevabını vermek çok zor ama mimari bir hata olduğunu söylemek sanırım çok daha kolaycılık olur. Aydın Hocamız bunun İstanbul’u geri alma, tekrar fethetme düşüncesi ile geliştiğini ve kötü niyetle yapılmış olabileceğini söylüyor ve bazı örnekler veriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Binasının, o zaman CENTO toplantısı için yapılmış sonra belediyeye tahsis edilmiş, üzerindeki mavi malzemeli kısım tepeden bakıldığında haç planlı yapılmış, İMÇ bloklarının olduğu yere yol yapma gerekçesiyle tarihi kırkçeşme su yolları yıkılmış. Şehzadebaşı Camii görüş olarak yana itilmiş, Bizans bozdoğan su kemeri ön plana çıkarılmış. İstanbul’a bu şekilde bir saldırı ve tahribat söz konusu.

• Cansever’in meydan düzenlemesinde üniversite kapısından bakıldığında Kumkapı açıkları denizle bir görsel ilişki kurarak üniversite öğrencisinin ufkunu açmaya yönelik bir uğraşı olduğu söz konusu ama maalesef sonradan yapılan yüksek binalar ile denizle olan görsel ilişki küçücük bir alana sıkışmış.

• Hocamızın deyimiyle Cansever’in projesini ve bakış açısını anlayamayanlar onu çok eleştirdi, Cansever’in fikrini savunduğu bir videosu youtubeda varmış.

• Cansever’in meydanla bütünlüğü sağlaması için çok enteresan bir merdiven tasarımı vardı şimdi bunu da bozdular. Granit taşlar vardı bunun da üzerine beton döktüler. Ve öylece kalmış durumda şu an yeniden bir meydan düzenleme projesi söz konusu. Hocamız İbrahim Hakkı Yiğit de bu düzenlemede Cansever’in projesini yeniden hayata geçirme konusunda mücadele eden mimarlardan bir tanesi. Birçok konuda olduğu gibi bürokratik sebeplerle bu mücadelenin de oldukça zorlu ve karmaşık geçtiğini anlayabiliyoruz.

Beyazıt Meydanı 1930’lar (Mert Varol)

BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ HAKKINDA

Beyazıt Devlet Kütüphanesi (Word İndoor)

Beyazıt Meydanından sahaflara doğru giderken Beyazıt Devlet Kütüphanesi karşılıyor bizi. İstanbul’un ilk modern kütüphanesi özelliğini taşıyor. Birlerce yazma ve basma eserlerden oluşan zengin bir kitap bünyesi var.

Ayrıca içerisindeki kalıntılar korunarak müze-kütüphane işlevi sunuluyor.

Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Korunan Kalıntılar (Emine Merdim)

Hocalarımızdan kütüphanenin efsanevi müdürü İsmail Saib Sencer hakkında bilgi alıyoruz. İsmail Saib Bey kütüphaneciliği ile tanınmaktadır. 1940 yılındaki vefatına kadar 43 yıl boyunca kütüphane görevlisi olarak çalışmıştır. Aslında çalışmaktan ziyade kendine kütüphanede bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Kütüphanedeki tüm kitapları neredeyse okumuş ve birçoğu da ezberindedir. Birçok araştırmacı bir konu hakkında bilgi edinmek için yanına gider kaynak sorar o da kitapları ezberinden söylermiş. Zaman zaman Beyazıt Meydanında seminerler yaparmış. Seminerde sorulan bazı soruların cevaplarını binlerce yazma eserin arasından hangi kitabın kaçıncı sayfasında olduğunu söyleyerek cevaplarmış. Alman Şarkiyatçı Oskar Rescher, bir ara bu toplantılardan birine katılmış ve bir daha da ayrılamamış. Osman Reşad Efendi olarak İstanbul’da kalmış. Bunların yanı sıra kedilere hizmet etmiş bir şahsiyetti, kütüphanede kedilerle birlikte yaşarmış. Tam anlamıyla bir kütüphaneci ve kediciymiş.

ZİYAN OLAN BİR YER HAKKINDA

Ziyan Olan Bir Yer (Mert Çepni)

“Şimdi sizi Kapalıçarşı’ya değişik bir yerden götüreceğim. Gittiğimiz yerde Bizans, Osmanlı kalıntıları ve Cumhuriyet dönemi yapıları var.” diyen Aydın Hocamız bizi görseldeki yere getirdi. Maalesef fotoğraftaki gibi içler acınası bir durumu var. Bizans kalıntıları üzerine imar edilen Osmanlı yapıları, bu yapıların üzerine inşa edilen Cumhuriyet yapıları esasında üç farklı dönemin beraber aynı noktada yaşıyor olması düşünce olarak güzelken başarılı işler ortaya çıkabilecekken maalesef ortaya çıkan bir hezimet olmuş. Tarihi değerler, kültür hiçe sayılarak herkesin kendi menfaatine ve tabir yerindeyse kafasına göre yaptığı müdahaleler ile son derece başarısız bir görüntü ortaya çıkmış bulunmakta. Halbuki bu ve benzeri bölgelerin tarihi kalıntılarına sergi düşüncesi ile yaklaşılsa kütüphane-kafe-müze-kitapçı olarak işlev alsa bu olmasa bile en azından bu kalıntılar korunarak nitelikli çalışmalar ortaya çıkarılsa Bizans-Osmanlı-Cumhuriyet zincirini gösterecek, anlatacak olan çok başarılı kompozisyonlar ortaya çıkabilirdi. Maalesef bunu başaramadık umarım bir gün tahrip değil tamir ile olması gerektiği görünümü kazandırabiliriz.

“Buradaki yapılar, işin tamamen kültür meselesi olduğunu ortaya koyuyor. Daha fazla masrafla hem işlevsiz hem çirkin bir merdiven yapılmış. Halbuki daha az masrafla daha estetik bir şey yapılabilirdi. Bunun özellikle tahribata yönelik yapılmış bir şey olduğunu düşünüyorum.” -Aydın Gülan

EĞİN TEKSTİL HAKKINDA

Eğin Tekstil (TRT Haber)

“Burada Türk coğrafyasından çeşitli kumaşlar var. Dizi ve film sektörüne kostüm veya kostüm kumaşlarını yapıyoruz. Şu anda içinde bulunduğumuz mekan Kapalıçarşı. Kapalıçarşı’nın kuruluşu, her ne kadar kapılarda 1461 yazsa da yanlıştır. Doğrusu 1455-1456 kışıdır. Kaynağım “Kutbül Müverrihîn” (Tarihçilerin Kutbu) Prof. Dr. Halil İnalcık. Böyle bir yanlış başladı, öyle gitti ama Kapalıçarşı’nın kuruluşu fetihten yaklaşık iki yıl sonra olmuştur. Kapalıçarşı yaklaşık 500 yıllık fakat bu içinde bulunduğumuz mekan, kat bölmeleri hariç ki bu kat bölmeleri de yer kazanmak için değil binayı stabilize etmek için yapılmıştır, Kapalıçarşı’dan yaklaşık 400 yıl daha eski bir Bizans yapısıdır. Buranın üstünde üç katımız daha var. Yanlarda da mekanlar var. Yani aslında burası yaklaşık 1000 yıllık. Emre kardeşimizin dediği gibi, Venedik stili bir bina. Çünkü yukarıda nişler, kirişler, şu bu hepsi duruyor. Dükkan 1860’tan beri ailede. Ben beşinci kuşağım. Şu anda çocuklarım altıncı kuşak olarak devam ediyor. Asıl mesleğim hekimlik. Lakin bir sürü şart bir araya gelince devam etmedik. Oğlum halkla ilişkiler okudu. Hocanın -Aydın Gülan- yönlendirmesiyle, tarih yüksek lisansı yaptı. Kızım çevre mühendisidir. O da MBA (işletme yüksek lisans eğitimi) yaptı. Böyle bir hikayemiz var.” -Dr. Süleyman Ertaş

Hocalarımızın dostu Eğin Tekstil sahibi Dr. Süleyman Ertaş’ı ziyaret ettik. Kendisi tıp okumuş dolayısıyla tıp doktoru olmasına rağmen ata mesleği sayılacak mesleği icra ediyor. Yaklaşık 160 yıllık aile tekstil geçmişinde, kendisi 5. kuşak olarak bu işin içerisinde. Eski geleneksel dokumalar denince Türkiye hatta dünya üzerinde akla gelen ilk isimlerden bir tanesidir, Eğin Tekstil ve Süleyman Ertaş. Dünyada birçok film/dizi çekimlerine kostüm tasarımı ve temini sağlayan Eğin Tekstil; Truva, Karayip Korsanları, Samuray, Batman gibi filmlerin yanında pek çok yerli dizilerle de çalışmıştır. Süleyman Ertaş ve Eğin Tekstil’i ziyarete gelenlerin 1/4’ünü turistler, 1/4’ünü araştırmacılar, 1/4’ünü yerliler, 1/4’ünü ise yapımcılar oluşturuyor.

Eğin Tekstil’de kostümlerin yanı sıra geleneksel dokuma ürünlerini de görebilirsiniz. Antep şalları, pikeleri, Kandıra dokumaları, giysilikler, şilebezi, nakışlı kumaşlar, peştamaller, Tosya’nın softan kesesi, şalı ve kuşağı, Denizli’nin havlu ve çarşafları, Bursa havluları, Maraş’ın pamuklu dokuması, Ödemiş iplikleri, Safranbolu ve Eflani’nin dokumaları ve daha birçok geleneksel dokuma ürünlerini bulabilirsiniz. Satışı yapıldığı gibi Dr. Ertaş bizzat kendisi de bazı tasarımlarda bulunuyor. Tasarımcı ve sanatçı bir kişiliğinin olduğu kolaylıkla söylenebilir. Eğin Tekstil’in gelişim sürecini ve Dr. Süleyman Ertaş hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler kapalı çarşıda kendisini ziyaret edebilir ya da Prof. Dr. Halil İnalcık’ın yazdığı Türkiye Tekstil Tarihi’nde kendisinden bahsedilen kısmı okuyabilir.

Not almak için kendisinin adını tekrar sorduğumda bana telefon numarasını da vererek sormak istediğin bir şey olursa arayıp sorabilirsin diyecek kadar da sıcakkanlı ve yardımsever bir insan. Bize kapılarını açarak dükkanını gezdiren, değerli bilgiler veren Dr. Süleyman Ertaş’a tekrardan teşekkür ediyoruz.

TURKUAZ SERAMİK HAKKINDA

Turkuaz Seramik’in sahibi Tarkan Özbudak bize kapılarını ve eserlerini açtı. Burada birçok farklı sanat eserinin replikasını bulmak veyahut sipariş vererek yaptırmak mümkün. Birçoğu İznik’de el emeği ile yapılan ürün olmakla birlikte her biri birbirinden güzel eserler. Aydın Hocamızın söylemiyle mimarlık ve el sanatları yakından ilişki içerisinde iç mekan süslemelerinde, belki bir apartman girişinde veyahut en azından apartman ismi yazımında bile çini gibi bir sanattan faydalanmak yapıya farklı bir hava katarak sanatla ilişki kurmuş olacaktır. İbrahim Hakkı Hocamızın söylemiyle iç mekanlarda düşey elemanlardan biri ışıklandırmalar iken bir diğeri de askı toplarıdır. Işıklandırmanın yanında bu gibi unsurları yer yer kullanmak iç mekana büyük bir estetik, farklı bir hava katacaktır.

Üst Resim : Turkuaz Seramik (Serkan Bayındır)

Tarkan Bey’in gelin, görün bu yaşlarda hobi edinmek ve ilgi sahibi olmak çok önemli diyerek bizleri yeniden davet ettiği ve ikram ettiği çaylar için tekrardan teşekkür ediyoruz.

Turkuaz Seramik (Mert Çepni)

Turkuaz Seramik (Mert Çepni)

NURUOSMANİYE CAMİİ HAKKINDA

Nuruosmaniye Camii (Dilhane)

Nuruosmaniye Camii 1748-1755 yıllarında Barok üslubun etkisiyle yapılmıştır. Türk barok mimarisinin en güzel örneklerinden bir tanesidir. İstanbul’un yedi tepesinden ikincisinde bulunan Nuruosmaniye Camii’nin son derece büyüleyici bir yapısı var.

“Plastik sanatlarda sabit bir mekanda hareketi sağlamak önemli. Bütün içinde bağırmayan, rol çalmayan ama ayrıntıya baktığımızda göreceğimiz bir sürü unsur olması hareketi sağlar. Ayrıntılara baktığımızda alt pencereler başka, üst pencerelerde farklılıklar var. Simetrik değil. Batı sanatları güzelliği simetride arıyor fakat Doğu sanatları öyle değil. Hareketli bir manzara sunuyor.” -Aydın Gülan

“Caminin revaklı avlusu çok önemlidir. Formu hava fotoğraflarından deniz kabuklarına benzer. Osmanlı klasiğinden sonraki döneme geçişteki en radikal zıplama bu yapı.” -İbrahim Hakkı Yiğit

Nuruosmaniye Camii (Merve Yıldız)

“Kemerlerdeki kilit taşı daha çıkıntılı. Ben kilit taşıyım, diyor. Normalde kilit taşı kendisini göstermez ama burada böyle önemli bir detay kullanılmış.” -Aydın Gülan

Aynı zamanda Nuruosmaniye mehabetli bir yapıdır. Peki mehabet nedir? Mehabet bir mekanın verdiği saygın havadır. Mehabet “mekanın içinde yapılacak işin ciddiyetini” hissettirecek şekilde tasarlanmış olmasıdır. Hocamız örnek olarak da ekliyor; genelde mehabet ile gereksiz büyüklük birbirine karıştırılır. Bazı mahkeme salonları çok büyüktür ama mehabeti, saygı uyandıran ve içindekilere saygı aşılayan bir havası yoktur. Kavram bilinmeden bu sonuç gerçekleştirilemez. Adı konulmazsa, üzerinde düşünülmezse mekanların birbirleriyle ilişkisi sağlanamaz. İnsanı oradan oraya sürükleyip duran bir tasarımı olur (Çağlayandaki yeni adliye sarayından bahsediyor). Bu yüzden mehabet kavramına ve mehabetli mekan tasarımına dikkat etmek gerekiyor.

Bir de gezemediğimiz Nuruosmaniye Mahzenine (Sarnıcına) değinmek istiyorum. 2018 İstanbul Yeditepe Bienali’nde sergi salonu olarak görev yapan ama sonrasında hep kapalı gördüğüm mekan. Gezi gününde de kapalıydı maalesef. Mahzene külliye altındaki hanın içerisinden giriş yapılıyor ve kot inilmeye başlanıyor. Mekan dokusu, hissiyatı ve ışıklandırmalarıyla sergiye büyük bir değer, kompozisyon katmıştı. Neden bilmiyorum ama burası sürekli kapalı. Kapalı kalmasındansa daimi bir sergi salonu olarak faaliyet gösterilmeli, her insanın gidip görebilmesine olanak sağlanmalıdır.

Nuruosmaniye Mahzeni, 2018 Bienali (Anadolu Ajansı)

Nuruosmaniye Mahzeni, 2018 Bienali (Anadolu Ajansı)

ÇEMBERLİTAŞ HAKKINDA

Çemberlitaş (Şehr-i İstanbul)

Çemberlitaş 330 yılında 1. Konstantin döneminde yapılmıştır. Yapıldığında hipodromun ortasında bulunuyordu ve tepesinde Apollon heykeli bulunuyordu sonrasında İmparator heykelleri ile değişti ve nihayet en son tepesinde haç bulunuyordu. İstanbul’un fethiyle bu haç oradan kaldırıldı.

Çemberlitaş hakkında bilinen de bir rivayet var. Bu rivayet kutsal emanetlerin Çemberlitaş’ın altına koyulduğudur. Hatta bu emanetler arasında Hz. İsa’nın kanlı kumaşı ve ona yapılan eziyette kullanılan çarmıha ait tahta parçası ve kutsal kasenin de olduğu söylenir.

Hipodrom Ortasındaki Çemberlitaş (Restitüsyon)

“1980’lerde büyük bir restorasyon yapıldı. O sırada emanetlerin çalınmış olma ihtimali var. Hatta İstanbul’un işgalinde Vatikan’dan gelen rahipler Vezirhan’da yer kiralamışlar ve tünel kazarak Çemberlitaş’ın altında varolduğuna inanılan ve Hristiyanlığın kutsal emanetlerinin olduğu odaya ulaşmaya çalışmışlar. İngiliz idaresi durumu fark edip onları yakalamış ve sınır dışı etmiş. Hem Osmanlı hem de Batı kaynaklarında bu kutsal emanetin Konstantin’in annesi tarafından getirildiği ve üzerine de bu Çemberlitaş’ın yapıldığı rivayet ediliyor.” -Aydın Gülan

Çemberlitaş’ın altında gerçekten kutsal emanetler var mıdır bilmiyorum. Belki de İstanbul’un onlarca rivayetinden sadece herhangi biridir. Ya da İstanbul’un onlarca sırrından herhangi biri. Bu pek bilinmez. Sadece kimi rivayetlerde Latin İstilasından ötürü koyulduğu kimindeyse Konstantin’in annesi tarafından koyulduğu söylenir.

PİERRE LOTİ EVİ

Pierre Loti Evi (Merve Yıldız)

Türk dostluğu ile bilinen ya da Türk düşmanlığı ile lekelenmeye çalışılan Pierre Loti. İstanbul’a ilk gelişinde bu binada kalıyor. Muhtemelen o zamanlar iki katlıydı üzerine iki kaçak kat daha yapıldığını rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Acaba bu katlar eklenirken statik hesabı yapıldı mı? Tek kat olarak hesaplanan, planlanan bir yapıya iki kat daha eklemek… Bu yükü kaldırabilecek mi acaba? gibi sorular sorduruyor. Küçük depremlerin bile büyük yıkımlar getirmesinin arkasındaki sebeplerden bir tanesini görüyoruz karşımızda.

Bina cephesinde Türk dostu Pierre Loti’nin burada kaldığına dair Osmanlıca ve Fransızca bir metnin bulunduğu mermer kitabe görüyoruz. Bunu kaldırtmaya yönelik girişimler olduğunu da biliyoruz maalesef.

Pierre Loti İstanbul’da Hatice Hanım adında bir kadına aşık olur. Sonrasında Loti görev için Fransa’ya gider ve İstanbul’a geri döndüğünde ise Hatice Hanım’ın vefat ettiğini öğrenir. Mezar taşının bir replikasını yaptırarak Fransa’daki evine gönderir. Ve ardından Hatice Hanım’a olan aşkına hitaben meşhur romanı Aziyade’yi kaleme alır.

 

HOCALARIMIZDAN ANEKDOTLAR

“Dünya büyük insanlık dramlarıyla dolu. Dramı anlayabilmek için onu hissetmek lazım. Bu da mekanlarla alakalı bir şey. Tarihle alakalı bir şey. İnsanın kendini yetiştirmesi ve anlayışını geliştirmesi ile ilgili bir şey. Mimarlık sosyal bilimlerin bir üst yapısıdır. Anlayışı gelişmiş bir mimarın dünyayı güzelleştirmek için tasarım yapmasıyla, sadece mimarlık ile ilgilenmiş bir mimarın para için, müşterisi istedi diye yapacağı yapılar arasında büyük fark olur. İşte o mehabeti belirleyecek şey, mimarın mehabeti anlaması, hayatı anlaması, durumu anlamasıyla alakalı bir şeydir. Eskiden bir ev yapılırken evi yapacak olan ustanın karısının altı ay kadar evi ısmarlayan ailenin kadınlarıyla beraber yaşadığı söylenir. Ailenin yaşam biçimini öğrenmek için. Dolayısıyla şimdi daha farklı bilim dalları var. O bilim dallarından beslenerek anlamak lazım. İnsanların içinde yaşadığı kültürel ve sosyal çevreyi, bedeni ve ruhi ihtiyaçlarını anlamak lazım.”

“Birçok katmanlaşmanın arasında bağlantı kurarak kendini kaybetmeden kendi sesini bulması lazım bir mimarın.”

“Sizin sorumluluğunuz, kendinizi bir yatırım alanı olarak görüp çok farklı alanlardan beslenme damarları oluşturmaktır. Bu şekilde mimarlık tekniğini de kazanmış olarak bir topluma, bir medeniyete içinde bulunduğunuz duygu ve düşünce ailesine özgü şeyler geliştirmeniz lazım. Türkiye’nin şehirlerinin, ilçelerinin bile bir kişiliği var. Ama şimdi mimarlar yüzünden herhangi bir şehirdeki mahallenin fotoğrafı İstanbul’daki bir mahalleden farksız. Tek tip haline getirildi şehirler. Sizler hem bütünü hem de ayrıntıyı öğrenerek farklılığı oluşturması gereken kişilersiniz. Bunun tek çaresi, mimarlık dışındaki alanlardan da beslenmekle ilgilidir. Mimarlık sadece mimarlık bilerek yapılacak bir iş değildir.”

“Mimarlık kültürün görünen yüzüdür. Kötü şairler, kötü tarihçiler de vardır ama onları okumazsanız, kaçınabilirsiniz. Oysa kötü mimariden korunamıyorsunuz.”

“İnsan unsuru çok önemlidir. Kanunlar kötü olsa bile insan unsurundaki yükseklik o kötülüğü giderebilir. Bu sebeple insanın kendi kendini geliştirme yükümlülüğü var.”

“Edebiyat, adalet veya ülke seviyesi doğrudan mimarlığa etki ediyor. Bir medeniyetin seviyesini mimari eserlerine bakarak somut bir şekilde anlayabiliriz.”

“En büyük sorunlardan bir tanesi estetik algının gelişmemesi örneğin şu merdiven (işlevsiz, estetik açıdan başarısız bir merdiveni göstererek) hem işlevsiz hem de çirkin. Halbuki işlevli, sağlam ve estetik bir merdiveni bu bilinçsizce yapılan merdivenden daha düşük maliyete bile yapılabilir. Ama işin aslı bu çirkinlik buradaki esnafı rahatsız etmiyor her gün buna bakıp, bunu kullanıyorlar ama aralarında para toplayıp bunu düzeltmiyorlar. Alışıyorlar, rahatsız olmuyorlar önce bu algının değişmesi gerekiyor.”

“Mimarlık, teknik kısımlar barındıran bunun yanında sosyal bilimler bilgisi de gerektiren bir meslektir. Bu ikisi birbirini tamamlar. Sosyal bilimler ile düşünülür, teknik ile çözümlenir.”

SÜLEYMANİYE PERSPEKTİFİ

Süleymaniye Camii (Zeynep Karahan)

Şüphesiz Süleymaniye Camii’nin en doğal ve özgün görünümünün perspektife alındığı bakış açısı. Solda ise Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesini görüyoruz.

Nuri Arlasez, yurtdışından gelen misafirlerine Süleymaniye Camii’ni bu noktadan gösterirmiş.

“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, iki kazma kürek, iki de ırgat gerek, Ancak hadi gel yapalım şunu geri desen, bir Sinan bir de Süleyman gerek.” -Mehmet Akif Ersoy

Meşhur Süleymaniye fasulyecisinde hoş sohbetler eşliğinde yemeğimizi yiyip çaylarımızı içerek güzel bir günü, güzel bir geziyi noktalamış olduk. Bazı günler vardır ki yıllar geçse de unutulmaz. Bugün, o günlerden bir tanesiydi…

Başta bu organizasyonu sağlayan Mimarhane ve bize rehberlik eden değerli hocalarımız Prof. Dr. Aydın Gülan ve İbrahim Hakkı Yiğit’e sonrasında benimle çektikleri fotoğrafları paylaşan arkadaşlarıma ve geziye renk katan tüm katılımcı arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Yazdıklarımın merkezinde değerli hocalarımızın anlattıkları vardı. Buna ek olarak kendi düşüncelerime ve bazı kaynaklardan bilgilere de yer vererek bir sentez oluşturmuş oldum.

KAYNAKLAR

TDV İslam Ansiklopedisi, Bab-ı Seraskeri

TDV İslam Ansiklopedisi, İsmail Saib Sencer

Halil İnalcık, Türkiye Tekstil Tarihi

İlber Ortaylı, İstanbul’dan Sayfalar, (s. 48-52, 220-225)