Beşir Ayvazoğlu ile “Aşk Estetiği” Üzerine Bir Konuşma

Abdullah Çalışkan

Alıntı: İlim ve Sanat Dergisi, Eylül-Ekim, 1986, Sayı:9, 82-83

Sayın Ayvazoğlu, bilindiği gibi herhangi bir kitap hakkında ilk bilgiyi veren, isminin yaptığı çağrışımlar olduğuna göre, kitapların muhtevası kadar isimleri de önemlidir. Muhteva zenginliği kadar, kitapların isminin de çarpıcılığı uzun zaman okuyucunun zihninden çıkmaz. Bu bakımdan ilk sorumuz kitabınızın ismi hakkında olacak. Kitabınıza “Aşk Estetiği” ismini vermenizin özel bir anlamı var mı?

Aşk Estetiği’ni okuyanlar, İslâm sanatlarının ve estetiğinin tasavvuf perspektifinden ele alınıp incelendiğini göreceklerdir. Aşk ise tasavvuf düşüncesinin en önemli kavramlanndan biridir ki, kitabın ikinci bölümünde enine boyuna tahlil edilmiştir. Bunun için biz, alternatif isimler olmasına rağmen “Aşk Estetiği”ni tercih ettik. Bu ismi aşkın estetiği olarak anlamamak gerekir. Aşk, eski kültürümüzde üniversal bir prensip olarak varoluşun esas gayesi olarak değerlendirildiği ve özellikle tasavvufî çerçevede teşekkül eden edebiyatın biricik konusu olarak karşımıza çıktığı için tercih edilmiştir. Bilindiği gibi, sufiler “bir olan”a ulaşmanın ilk ve tek şartı olarak aşkı görürlerdi. Prensiplerini anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız estetikte ise, hedef daima “birlik” düşüncesini ifade etmektir.

“Yazılanların henüz bir teklif mahiyetinde olmadığını, sadece sınırları bizim tarafımızdan çizilebilecek bir tartışmaya zemin hazırlamak gayesiyle hareket edildiğini” söylüyorsunuz. Eserinizi Temmuz 1982’de okuyuculara sunduğunuza göre, o günden bugüne bu zeminin gelişimi hakkında bilgi verir misiniz?

Aşk Estetiği’nde yazdıklarım gerçekten bir teklif mahiyetinde değildi. Şunu samimi olarak söyleyebilirim; İslâm sanatlarının estetiğini başkalarına anlatmak gayesiyle değil, herşeyden önce anlayabilmek gayesiyle yola çıktım. En iyi yazarak düşündüğüm için sonuçta böyle bir kitap ortaya çıktı. Yazmaya başladığımda, bu estetik hakkında benim de açık seçik bir fikrim yoktu diyebilirim. Çalışırken en azından sınırları bizim tarafımızdan çizilebilecek bir tartışma alanının açıldığını gördüm. Kitap çıktığında hiç beklemediğim bir ilgiyle karşılandı. Türkiye’de estetikle ilgili çalışmalar, hemen bütünüyle tercümeye dayandığı için, böyle bir çalışmanın ilgi görmesi esasen çok tabiidir, bütün eksiklerine rağmen… Üstelik bizde İslâm sanatlannın estetiği hakkında, orada burada çıkmış, çoğu oryantalistlerin görüşlerini aktaran üç beş yazı hariç tutulursa, hemen hiç birşey yazılmamıştı. Bunun için olmalı, Aşk Estetiği, son yıllarda hakkında en çok yazı yazılan kitaplardan biri oldu. Kitapla sol bile ilgilendi. Sezer Tansuğ ve Aziz Çalışlar telaşlı bir şekilde eleştirdiler. Bu arada şunu söylemeliyim, Aşk Estetiği hakkında çıkan yazılar genellikle tanıtıcı ve övücü nitelikte yazılardı. Yazdıklarımı tamamlayıcı, eksiklerini gösterici yazılar çıkmadı. Bununla beraber, Aşk Estetiği’nden sonra, estetiğin, özellikle İslâm sanatları estetiğinin önemli bir ilgi alanı haline geldiğini söyleyebilirim. Bazı dergilerde konuyu çeşitli yönleriyle ele alan, fakat bence epeyce cılız yazılar yayınlandı.

Batı sanatının temel dinamiklerinden biri olan “mimesis”in müslüman sanatçılar tarafından pek hüsnükabul görmediği biliniyor. Batı’dan gelen bir nesnenin kılık değiştirerek halkı müslüman olan ülkelere girdiğine göre, “mimesis”te de böyle bir kılık değiştirmeden söz edebilir miyiz?

Batı sanatlarının temel dinamiklerinden biri olan mimesis, putperestliğe karşı verilen mücadele sonunda, bu mücadele şuurunun tasvir yasağına dönüşmesiyle temel dayanağını yitirmiş oluyordu. Esasen mimesis öyle alınıp verilen birşey değildir; insanın tabiatında vardır, yani psikolojik bir temayüldür. Müslüman sanatkârların bu temayülü şuurlu olarak engellendiklerinden yani benzerini yapmanın, reproduction’un yerine “tecrid”i ikâme ettiklerinden söz edilebilir. Müslümanlar Aristo’nun “taklit insan tabiatı için esastır” prensibini bir estetik prensibi olarak değil, sadece bir nasihat olarak almışlardır.

Bazı çevrelerce cinsellik gündemde tutulmaya ve cinsellikle estetik arasında bir ilgi kurulmaya çalışılıyor. Gerçekten böyle bir ilişki kurmak mümkün müdür?

Cinsellik, insan hayatının vazgeçilmez taraflarından biridir. Bu bakımdan sanatın da cinselliğe bigâne kalması düşünülmez. Tarihin her devrinde sanatçılar cinsellikle yakından ilgilenmişlerdir. Meseleyi, cinsellikle estetik arasındaki ilişki meselesi olarak koymamak, cinsiyetin çeşitli zamanlarda sanat eserlerine nasıl yansıdığına, sanatkârların cinsellik meselesine nasıl baktıklarına dikkat etmek gerekir. Aşk Estetiği’nin “Aşk ve Güzellik” adlı bölümünde bu konu enine boyuna ele alınmıştır. Hemen şunu hatırlatayım, Doğu’da özellikle şiir, kadın güzelliğine dayalı bir sembolizm üzerine kuruludur. Geleneksel müslümanlık cinsî hayatı tahammül edilemez yasaklarla kuşattığı için bu meselelere girmekten genellikle endişe ediyoruz. Cinselliği, insan hayatının tabii fonksiyonlarından biri olarak görmek lâzım. Hıristiyanlıkla karşılaştırıldığında İslam’ın bu konuda fevkâIade akılcı ve insan tabiatına uygun bir davranış biçimi sergilediği görülecektir.

Estetik olmanın sadece İslâm sanatları için değil, müslümanın bütün yaşantısı için de gerektiği düşünüldüğünde “estetik” kelimesi, İslâm’ın anlatmak istediğimiz bu özelliğini karşılar mı? Müslümanların, İslâm’ın bu “özellik”ini gerektiği şekilde anlayıp, yaşadıklarını söyleyebilir miyiz?

Estetik güzel sanatlarla ilgilenir. Bunun dışında, insanın hayatını güzelleştirmesi hayata ve dünyaya bakış tarzıyla yakından ilgilidir. Esasen sadece müslümanların değil, bütün insanların hayatlarını güzelleştirmeleri beklenir. İslâm sanatlarının önemli hususiyetlerinden biri, doğrudan hayatın içine girmesi, günlük hayatı zenginleştirmesidir diyebiliriz. Sadece müzeleri gezmek bile, sanatkârâne davranışın günlük hayata nasıl girdiğini göstermeye yeter.

Aşk Estetiği’nde en çok dikkatimizi çeken şey, İslâm sanatının tasavvufî bir temele dayandırılarak anlatılması. “Kısaca ifade etmek gerekirse, tasavvufu göz önüne almadan İslâm sanatlarını kavramak mümkün değildir” diyorsunuz. Bu, tasavvufun hangi dinamiklerinden kaynaklanmaktadır? Özellikle “sembolizm”den diyebilir miyiz?

Aşk Estetiği’nde İslâm sanatları tasavvufî bir temele dayandırılarak anlatılmış değildir. “İslâm sanatı” diyebildiğimiz şeylerin ardında tasavvuf olduğu için, ister istemez meseleye o perspektiften bakılmıştır. Esasen İslâm sanatlarını sadece İslâmi ve tasavvufî bir temele dayandırmakla mesele açıklığa kavuşmuş olmaz. İslâm sanatı Guénon’un anladığı mânada üniversal bir tradisyonun kollarından biridir. Bu yönüyle, İslâm sanatlarının temellerini çok daha gerilere götürmek gerekiyor. Bir Mısır sanatını, Hint sanatını, Çin sanatını vb. bütünüyle bu estetiğin dışında düşünmek mümkün değildir. İslâm sanatları, varolan hir sanat anlayışına, İslâmî ve tasavvufî duyarlığın ilave edilmesiyle ortaya çıkmıştır.

Kitabınızda “Okuyan herkesin aklına gelebilecek olan: “Bütün sanatçılar sufî mi olmalı?” sorusunun cevabı aranmalıdır.” diyorsunuz. Bu soruya sizin cevabınız nedir?

Yanlış hatırlamıyorsam, kitapta ben böyle bir soru sormadım. Sadece bir yanlış anlamayı önlemek için, bütün sanatçıların sufî olması gerektiğinin zannedilmemesini söyledim. Bütün sanatçıların sufî olması gerekmez, sözkonusu tradisyonun bir davranış biçimi haline gelişinden sözedilebilir.

“Bilhassa tasavvuf muhitlerinde, anlaşılması her zaman mümkün olmayan fikirleri halkın daha iyi anlaması için hikâyeye başvurulmuştur. Bilindiği gibi Mevlâ’nın Mesnevi’si ve benzeri kitaplar içiçe girmiş hikâyelerle doludur.” Hatırlayacağınız gibi, geçenlerde bu hikâyelerden biri resmî makamlarca gündeme getirilmiş ve çeşitli polemiklere yol açmıştır. Günümüz insanının bu hikâyeleri dahi anlayamamasının sebebi sizce nedir?

Mesnevi’de ve benzeri kitaplarda öyle hikâyeler vardır ki, o devrin, o insanların zihniyetni ve hoşgörüsünü kazanmamış bir insan için hazmetmek fevkalâde zordur. Normlar tamamen değişti. O günün diliyle bugünün dili de birbirinden çok farklıdır. Mevlânâ, en açık konuştuğu zamanlarda bile, bir yığın sembol kullanır. Sembollerin delalet ettikleri mânâları bilmeyenler, genellikle ilk anda anladıklarına göre hüküm veriyorlar.

Sayın Ayvazoğlu, Aşk Estetiği okuyucular tarafından gereken ilgiyi görmüş müdür?

Aşk Estetiği 1982 yılında 5000 adet basıldı. Dört senedir bitmediğine göre, bu sorunun cevabını siz verin.

Son olarak şunu sormak istiyorum: Aşk Estetiği’nin devamı veya bu muhteva ile alâkalı yeni çalışmalarınız var mı? Sizi bu tür çalışmalara sevk eden itici bir güç hissediyor musunuz?

Aşk Estetiği, aslında düşündüğüm geniş çaplı bir çalışmanın giriş bölümünü teşkil ediyordu. Orada burada birkaç yazı daha yazdım konuyla ilgili olarak. Son yazım ise Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın son sayısındadır. Niyetim, bu kitabın devamı olarak “Türkiye’de Sanat Düşüncesi Tarihi” adlı bir kitap yazmak.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.